<b>Rönesans</b>: İmaj Yeni, İçerik Eski!
Yazar: Serdar KökçeoğluAnimasyon sanatının tarihinde Fransız Sineması’nın çok özel bir yeri var. Yetmişli yılların saykodelik ortamından izler taşıyan Fantastic Planet ve Time Masters gibi klasikler ve yakın dönemden Belleville’de Randevu ve Corto Maltese, Fransız animasyonunun gücünü ortaya koyuyor. René Laloux gibi usta yönetmenler, bilim kurgu ve fanteziyi sınıf mücadelesi ve çevre gibi ciddi meseleleri tartışmak için ustaca kullandılar ve animasyon sanatının 'yaşını' yükselttiler.
Fransız sinemacılar, Hollywood’un ve Japon animecilerin aksine, günümüzde bile klasik türde animasyonlar yapmaya devam etti ve bilgisayar teknolojisinin verdiği imkanları öykünün gerektirdiği ölçüde kullandı. Fakat, Rönesans’ın çiçeği burnunda yönetmeni Christian Volckman, bu eğilimden radikal bir şekilde ayrıldı ve geçiş dönemini atlayarak Günah Şehri ve Karanlığı Taramak’ın yanında yer alabilecek yenilikçi bir animasyona imza attı.
Rönesans, son yıllarda yeniden popüler olan kara film türünden ve cyberpunk gelecek tasarımlarından aldıklarını çizgi romanımsı bir atmosferin içine yerleştiriyor. Yapım, teknik anlamda pek çok sahnesi ile nefesleri kesmesine rağmen, senaryosu ile tatmin etmeyi başaramıyor. Karas isimli efsanevi, cool ve soğuk bir polisin kaybolan bir araştırmacıyı bulmaya çalışmasını anlatan hikayede, kahramanımız, araştırmacı kadının kız kardeşinin de yardımıyla, olayların hiç de göründüğü gibi olmadığını keşfediyor. Şirketin ölümsüzlük peşinde olduğunun anlaşılmasıyla birlikte, araştırmacının sadece bulunması değil, bulunup yeniden saklanması kaçınılmaz oluyor.
Yakın zamanda sinemalarda izlediğimiz Paris I Love You, başrolüne şehrin sokaklarını koymasına rağmen, hiçbir anında sıkıcı bir belgesele yaklaşmıyor ve dikkat çekici öyküler sunuyordu. Rönesans, soğuk ana kahramanı ve göstermelik romantizmiyle kamerasını çoğu zaman iç dünyalardan ve iç mekanlardan dışarıya çıkarıyor ve 50 yıl sonrasının Paris’ini gösteriyor. İki zıt rengin kısıtlayıcılığına rağmen, mimari açıdan kusursuz ve ilham verici olan Paris’i izlerken, tatsız öyküden uzaklaşıp hayallere dalmak hiç de zor değil.
Aslında Rönesans’ın esas problemi, izleyiciyi test sürüşü yapmaya davet eden diğer animasyonlarla aynı. Enki Bilal’ın Kadın Tuzağı ve Neil Gaiman ile Dave McKean’in MirrorMask filmleri de görsel anlamdaki etkileyiciliğini senaryo kısmında sürdüremeyen çalışmalardı. Rönesans, kara film’lere özgü bir gizeme ve sürükleyiciliğe sahip olsa da, görüntülerin senaryo için değil, senaryonun görüntüler için oluşturulduğunu düşündürtüyor. Soğuk bir polis, güçsüz hisseden bir kadın, dünyayı ele geçirmeye çalışan bir şirket, ölümsüzlük ve tahmin edeceğiniz diğer şeyler... Animasyonu saf bir öykü anlatma sanatı olarak düşünmek veya Fransız sinemacıların sürekli Belleville’de Randevu türünde filmler yapmasını arzulamak anlamlı olmaz. Fakat Rönesans’ın altı yıl süren bir çalışmanın ürünü olduğu gerçeği senaryoya pek yansımamış.
Animasyon sanatçıları, daha önce yapılmamış olanı denemek ve ilk olmak gayretiyle, çizgi roman sanatına yaklaşmayı sürdürüyor. Rönesans’ı da aslında biz daha önce çizgi roman sayfalarında görmüştük. Son yılların en çarpıcı grafik romanlarından, yukarıda bir karesini gördüğünüz Black Hole’u yaratan Charles Burns’un sanatında. İçerik anlamında daha çok yetişkinliğe geçiş evresine dair karanlık hikayeler anlatsa da, Burns gerçek bir kontrast ustası ve yeteneğini hem siyah ve beyazda, hem de senaryolarında göstermeyi beceriyor!
Tahmin edeceğiniz gibi, Black Hole’un sinema filmi olması için hazırlıklar yakın zamanda başladı. Görsel açıdan Rönesans kadar ışıltılı olur mu bilemeyiz ama, dehşetengiz bir hikayeye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Aslında Rönesans’ın bir ilk film olduğunu da hesaba katarak, Black Hole projesini Christian Volckman’a paslamak kulağa hiç fena gelmiyor. Kesinlikle yönetmene bir şans daha vermek lazım. Fakat şans vermek yetmez! Yanında da iyi bir senaryo...