Kadının Fendi
Yazar: Ayşegül Kesirli"Made in Dagenham", feminist harekete giriş dersinin bir parçası olarak gösterilseydi, derse, savaşabilecek durumda olan erkeklerin cepheye gittiği, sağlık biriminde görev almayan kadınlarınsa evde yalnız kaldığı II. Dünya Savaşı yıllarını anlatarak başlamak gerekirdi sanırım. Dolayısıyla film hakkında fikir beyan etmeden önce, kadınların iş gücü gerektiren her pozisyonda erkeklerin yerini alarak kapitalist ekonomiyi ayakta tuttuğu II. Dünya Savaşı döneminden bahsetmekte fayda var.
II. Dünya Savaşı'nı kapsayan bu dönem süresince memleketlerinde bıraktıkları eşlerine nostaljiyle karışık bir güvensizlik besleyen erkeklerin, savaştan döndüklerinde işlerini kadınlara kaptırdıklarını görmelerinin gündelik hayatı derinden sarstığını söyleyebiliriz. Evlerine döndüklerinde, kadınların erkek gücüne ihtiyaç duymadan kapitalizmin çarklarını döndürmeyi başardıklarını gören erkeklerin, evdeki ve toplumdaki iktidarlarını kaybetme korkusuna kapıldıklarını ve bu durumun erkeklerin savaş sonrası travmalarını körüklediğini belirtebiliriz. Savaş sonrasında doğum oranındaki ani artışın, birçok görsel medyumda burjuva aile değerlerinin reklam malzemesi yapılmasının, kadının eve ve aileye ait olduğunun defalarca kere vurgulanmasının da bu travmaların birer uzantısı olduğu düşünülebilir.
Bahsettiğimiz tüm bu meselelerin, 1940'lı yıllarda çekilen filmleri, özellikle de film noir türünü, derinden etkilediğini, femme fatale figürünü doğurduğunu ve bambaşka bir toplumsal gerçekliğin oluşmasına ön ayak olduğunu iddia edebiliriz. Nigel Cole'un 1968 yılında Londra yakınlarındaki Dagenham Ford fabrikasında çalışan 187 kadının erkeklerle aynı ücreti alabilmek için ayaklanmasını anlat son filmi "Made in Dagenham"da ortaya çıkan bu yeni toplumsal gerçeklikten temel alan bir çalışma.
Öncelikle bu noktaya kadar filmin orijinal ismini kullanmamakta ısrar ettiğimi fark etmişsinizdir. Yazının geri kalanında da Nigel Cole'un filmine Türkçeleştirilmiş adı olan "Kadının Fendi" yerine "Dagenham'da Üretilmiştir" anlamına gelen orijinal ismiyle seslenmeyi tercih edeceğimi bildirmek isterim. Çünkü 'kadının fendi erkeği yendi' deyişinden esinlenilerek koyulan bu ad, 'fend' kelimesinin 'kurnazlık', 'dalavere' gibi manaları olması sebebiyle filme hiç de yakışmayan çağrışımlar yapıyor bana kalırsa. Oysa ki "Made in Dagenham"ın hikayesine ilham veren kadınların kurnazlık ve dalavere gibi kapitalist-erkek egemen toplum düzenine mahsus numaralarla uzaktan yakından alakaları yok.
Nigel Cole'un filmi, kadın işçilerin özlük haklarına sahip çıkmak ve adil çalışma koşullarına kavuşmak için verdikleri mücadelenin 'kadınca' yönünü başarıyla vurguluyor. Kendilerini taşkınlık yaparak ifade etmek yerine grev haklarını kullanan ve Ford yöneticilerine üretim sürecinin tam göbeğinde konumlandıklarını hatırlatmakla yetinen kadın işçilerin mücadelesi "Made in Dagenham"da tane tane ve sakin bir ritimde hikayeleştiriliyor. Film, hayatlarına odaklandığı kadınların gündelik sorunlarını, travmalarını, hayallerini ve erkek egemen toplumla başa çıkma yöntemlerini gidişatın içine ustalıkla yediriyor. Böylelikle izleyenlerin karakterlerle gönül bağı kurmalarına imkan tanındığı gibi hangi karakterin hangi duruma nasıl tepki vereceğinin yol haritası da çiziliyor. Anlayacağınız "Made in Dagenham"ın karakterlerin iç ve dış çatışmalarıyla örülen ve yan hikayelerle zenginleşen film dünyası, izleyenlerin hayal güçlerini besleyen, dolayısıyla sadece görülenle sınırlı kalmayan, kendi içinde tutarlı bir evren; bütün bunların, karakterlerin ve yaşananların sahiciliğine sahicilik kattığı da bir gerçek.
Nigel Cole'un filminin yıldızı hiç şüphesiz ki Mike Leigh yönetmenliğindeki Daima Mutlu ile Altın Küre kazanan Sally Hawkins. Canlandırdığı Rita O'Grady karakterinin yüreğinden kopan isyan çığlığını ve liderlik içgüdüsünü birebir sahiplenen Hawkins, Rita'yı en doğal haliyle beyazperdeye taşıyor. Filmin Miranda Richardson ve Bob Hoskins gibi oyunculardan oluşan kadrosu da uyumlu, paylaşımcı ve etkileşimi yüksek performanslara imza atarak Sally Hawkins'e destek oluyor. "Made in Dagenham"ın katmanlı ve zengin film dünyası oyuncu kadrosunun başarısı ile birleştiğinde ise ortaya maruz kalınan haksızlığın ve karşılığında duyulan isyan etme arzusunun fiziksel olarak içselleştirildiği bir sinema deneyimi çıkıyor.
Nigel Cole'un filmi, Rita O'Grady ve arkadaşlarının mücadelesine daha geniş bir yelpazeden bakmadığı için eleştirilebilir. Filmin Ford gibi güçlü firmaların bir zaman sonra fabrikalarını doğuya taşıyarak bambaşka bir sömürü düzeni yarattıkları gerçeğine değinmemesi yapbozun büyük bir parçasının eksik kaldığı hissini de doğurabilir. Diğer yandan, "Made in Dagenham," ilk bakışta bir İngiliz işçi filmi izlenimi yaratsa da bir Ken Loach filmi değil. Bu gerçek kabullenildiğinde filmin tadını çıkarmak ve hikayeye konu olan kadınların mücadelesinden ilham almak mümkün.