Hesabım
    Göçebe
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Göçebe

    Işık hüzmeli aşk dörtgeni...

    Yazar: Fırat Ataç

    Yazdığı Twilight serisini okumamış ve okumayacak olmakla beraber perdede olanlar vasıtasıyla iyi bir yazar olmadığına kanaat getirdiğim Stephenie Meyer, yeni hiti The Host'un sinemaya uyarlanmasına bir basamak yukarıdan başlıyor. Zira bu sefer yönetmen ve senarist koltuğunda oturan Andrew Niccol'ün geçmişine baktığımızda Gattaca, Simone (S1m0ne) ve Zamana Karşı (In Time) gibi vasat üstü bilimkurgular görüyoruz. Andrew Niccol her ne kadar en büyük başarısını türden uzak durduğu Savaş Tanrısı (Lord of War) ile yakalamış olsa da yukarıda bahsettiğim filmlerinde kendine has bir dokunuş yaratabilmişti.

    Genel olarak düzgün, şık ve refah içinde resmettiği kötü adamlar tarafını beyaz kıyafetleriyle arz-ı endam ettirmeyi seven yönetmen, Göçebe (The Host)'de bu tercihini devam ettirirken, iyi ve direnişçi taraf hakkındaki yaratımlarını önceki filmlerine nazaran bir tık daha ileriye taşımayı tercih ediyor. Bu da aynı dünyada yaşıyor olsalar da kıyamet sonrası evrenine daha yakın yerlerde konuşlanmak zorunda kalan insanlar ve kontrolü ellerinde bulunduran uzaylılarla başbaşa bırakıyor bizi...

    Söz konusu olan uzaylılar insan bedenini ele geçirebilen ışık hüzmeleri aslında. Kontrolü devreden bedenler duygularını kaybediyor ve görev adamlığı müessesesine yatay geçiş yapıyorlar. Yeni sahiplerimizin uydukları mutlak bir disiplin var ve bu sayede insanlık barış içerisinde yaşayan, temiz ve kibar bir hale bürünmüş. Doğal yaşamın bütün göstergelerinin kaybolmasını kabullenemeyen direnişçi azınlık ise kendini kayaların içine saklamış, kaybetmeye yakın oldukları savaşta tutunmaya çalışıyor. Bu azınlığın üyelerinden Melanie (Saoirse Ronan)'ın yakalanışıyla açılıyor film. Işık hüzmesi içine naklediliyor ancak sonuç net değil. Bu dakikadan sonra bir bedene sahip iki kişiliğin savaşını izliyoruz özetle. Bir başka deyişle, bedeninin kontrolünü kaybeden bir ruhun. Yakalandığı yerden bir şekilde kaçmayı başaran Melaine -yeni adıyla Wanderer- artık pek de hoş karşılanmayacağı direnişine geri dönüyor. Sonrası bilimkurgunun beşinci plana atıldığı, aynı bedendeki iki farklı kadın ile ortamdaki iki yakışıklı erkeğin aşk dörtgeni...Bu dörtgenin bazen üçgen bazen de birbirinden bağımsız çizgiler topluluğuna dönüştüğünü söylesek bile bunun sinemasal açıdan hiçbir getirisi yok ne yazık ki. Geometrik açıdan ise tam bir şov The Host...

    Filmin en büyük problemi tam da bu...Hiç de fena olmayan giriş temasının belli bir noktadan sonra ipleri romantizme kaptırması. Bu romantizmin yetkinliği konusunda ön söz için Twilight serisine şöyle bir bakmanız yeterli olacak. Öz söz dememin nedeni ise yazar Stephenie Meyer'in 'bir kadın ve iki erkek' hikayesinin çekiciliğiyle yetinmeyip durumu 'iki kadın ve iki erkek' olarak modifiye etmesi.  Bu kadınlardan birini sadece iç ses olarak hayal ederseniz, curcunayı görmeden de hayalinizde canlandırabilirsiniz. Kimi zaman absürd komediye varan 'içindeki ruhlardan birinin baskın çıkması' durumunun dışarıdan gözlemlenlenmesi sadece ateşli öpüşmelere bağlanınca, The Host 'bir Fransız öpücüğü komedisi' halini alıyor. Ronan, bir onunla bir bununla öpüşedursun, arka planda kalan diğer hiçbir karakter gelişim göstermiyor, filmin akıcılığı yerle yeksan oluyor, başlangıçta hakkında umut verilen aksiyon bile dağların ardına gizleniyor.

    Yönetmen ve senarist olarak uyarlayacağı hikayenin basiretsizliği altında ezilen Niccol, eminim ki çekimlerin ortasında 'şimdi ne yapacağım?' buhranına sürüklenmiştir. Bundan kurtulmanın tek yolu ise yeni bir buz kraliçesine odaklanmak, filmin kötü karakterini mümkün olduğunca ilgi çekici hale getirmeye çalışmak olabilir. The Seeker'ın Diane Kruger'ın bedeninde hayat bulan beyaz kıyafetli ve tavizsiz halleri, en azından 16 yaşında olmayan izleyici kitlesi için bir motivasyon kaynağı. Yine de kendinizi kaynağa yakın hissedip O'na doğru yürümeye başlamamanız iyi olur, benden söylemesi.

    Büyük bir film gibi görünüp kendini kendini küçülten, kapalı mekanlara hapsolan, bu kapalı mekanlarda ise sürekli dem vurduğu 'insanlığı kaybetmeme' olgusuna karşı çıkarcasına en basit okumaları yapmaktan bile aciz görünen bir film The Host. Andrew Niccol'e neden bu işe bulaştığı ile ilgili kızmaktan başka yapabileceğimiz fazla bir şey yok...

    firat_atac@hotmail.com / twitter: firatatac

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top