Min Dit
Yazar: Murat ÖzerTürkiye'nin doğusunun, 'geri bırakılmışlık'ın yarattığı meselelerinin başında gelen 'savaş'ın batıdan 'görünmeyen yüzü'ne eğilmeyi deneyen "Min Dît", çıkış noktası olarak 'doğru' bir projenin izlerini taşıyor, ancak varılan noktada kendini ajitasyon tuzağından kurtarmayı başaramıyor.
JİTEM tarafından öldürülen ailelerinin yapayalnız koyduğu üç çocuğun (biri bebek) öyküsünü izliyoruz filmde. Önce komşuların yardımıyla ayakta kalmaya çalışıyor çocuklar, ardından sokağa düşüyorlar. Trajedinin hasını yaşayan, 'yokluk' ve 'yoksunluk' içinde büyümeyi deneyen kahramanlarımız (özellikle de çocukların büyüğü olan Gülistan), bir süre sonra onları yalnızlığa sürükleyen toplumun içinde kaybolmanın eşiğine geliyorlar.
Bu arada, çocukların ailesini katleden JİTEM elemanının hayatına da göz atmayı unutmuyor film. Karısı ve çocuğuyla 'gizli' bir yaşam süren bu adam, 'normal' reflekslerini sergiliyor özel hayatında. Ancak bu iki 'düşman'ın yollarının bir şekilde kesişmesi de kaçınılmazlaşıyor giderek. Gülistan'ın bu 'karşılaşma' sırasında göstereceği 'tepki'yse filmin cümlesi haline dönüşüyor, pek tatmin edici olmasa da...
Miraz Bezar, Fatih Akın destekli ilk filminde Türkiye'nin, kanaması hiç durmayan yaralarından birine eğiliyor. Doğudaki 'mesele'nin 'faili meçhul cinayetler' boyutuna bakarken, bölgedeki 'durum'dan en çok etkilenen kitle olan çocukları merkeze yerleştiriyor. Böylece işin 'duygu' boyutunu büyük ölçüde sağlama alan senarist-yönetmen, bir yandan da tıpkı 'destekçisi' Fatih Akın'ın "Yaşamın Kıyısında"da yaptığı gibi 'uzaktan bir bakış' atıyor ve kimi klişe sloganlardan kurtaramıyor filmini. Bir film çekerken 'taraf' olmanın bir sakıncası yok, ama hikayedeki tarafları 'tek boyutlu' görmenin da alemi yok. Ötekileştirilmiş tarafı 'ezilen', diğerini ise 'ezen' olarak betimlemek ve bu grupların bütün üyelerini aynı kefeye koymak gibi bir yanlışın peşine düşüyor Miraz Bezar. Sonuçta bir topluluğun içindeki herkesi 'melek' ya da 'şeytan' olarak görmek gibi anlatısal bir handikap çerçeveliyor filmi. Bunun böyle olmadığını bilmek için 'orada' yaşamak da gerekmiyor, seziler bile yeterli olabilir bu fikre ulaşma yolunda.
Öte yandan Min Dîtin işleyen bir yapısı var, ki Miraz Bezar'ı yönetmen olarak ilk filminde etkili bir noktaya yerleştiriyor bu yapı. Oyuncu seçiminden onları yönetme tarzına, atmosfer yaratma becerisinden 'temiz' işçiliğine kadar "Yönetmenim!" diyor Bezar. Özellikle çocuk oyuncuların performansını Türkiye sinemasında pek olmadık biçimde inandırıcı kılıyor, ki filmin atardamarı oluyor bu durum. Baş karakter Gülistan'ı canlandıran Şenay Orak, trajedisine hayat veren bir kompozisyon çalışması içine giriyor. Bu başarıda onun kadar (belki daha fazla) yönetmenin de becerisi söz konusu tabii ki.
Min Dîti elimizin tersiyle bir kenara itmemiz mümkün değil sonuç olarak. Evet, belli ajitatif hamleleri var ve bunları gözümüzün içine sokmaya çalışıyor, ama Türkiye'nin anlatmayı beceremediği (hatta denemediği) şeyleri dillendirmek gibi zor bir işin altına girmesiyle bile takdiri hak ediyor. Sinemanın 'ayna' özelliğini kullanmak adına çıkılan yolda bazı tuzaklara düşse de kendine bir 'hareket alanı' açmayı başarıyor bu film. En nihayetinde, devamının gelmesini ve daha 'olgun' çalışmaların sinemamıza kazandırılmasını beklemekten başka bir şey düşmüyor bize...