Hesabım
    Üç Silahşörler
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Üç Silahşörler
    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Doğruya doğru; Paul W.S. Anderson'ın sinemacılığı hiç fena başlamadı. 1994 yılında Shopping isimli (tüm zaaflarına rağmen) 'tokat gibi' filmle çıktı ortaya. En az filmdeki sivilceli Jude Law kadar toydu Anderson ve derli toplu bir film ortaya koyamamıştı aslında. Yine de yıkıcı, yakıcı enerjisi etkileyiciydi filmin ve Anderson'ın gelecekte iyi işler yapacağının güçlü sinyallerini veriyordu. Peki sonra ne oldu? Yönetmenimiz Ölümcül Dövüş (Mortal Kombat), Ufuk Faciası (Event Horizon) ve Asker (Soldier) gibi filmlerle, stüdyoların çok sevdiği, metnin üzerine yaratıcı bir şeyler koymayı gereksiz bulan tür sineması yönetmenleri arasına katıldı. Haliyle Ölümcül Deney (Resident Evil) serisi de ona emanet edildi. Bugün dönüp Shopping'e baktığımızda sanki bu filmin üzerine daha farklı bir sinema da kurulabilirdi gibi geliyor bize. Ama olmadı. Yoksa bunu Danny Boyle mı yaptı? Boyle da 1994 yılında Mezarını Derin Kaz (Shallow grave)'ı çekmişti ve bu filmin üzerine, -kimi ödünlere rağmen- ilgi çekici bir sinema koydu.

    İşte bu sebeplerle Paul W. S. Anderson'ın Üç Silahşörler (The Three Musketeers)'ine giderken aşağı yukarı nasıl bir filmle karşılaşacağımızı biliyoruz. Bunun sebebi hikayeyi artık ezbere biliyor oluşumuz değil. Malum Alexandre Dumas'nın ünlü eseri sayısız kez filmleştirildi; hatta 'fantastik yeşilçam' uyarlamaları bile mevcut. İşin 3D boyutu da nasıl bir filmle karşılaşacağımız konusunda iyice emin olmamızı sağlıyor. Biliyoruz ki; Anderson hikaye kuruluşunu, ince senaryo oyunlarını, karakter gelişimini pek sevmez. Shopping'den beri soğukkanlı olmayı becerememiştir. 'Dakka bir gol bir' şeklinde aksiyona girer ve yolun başında ne kadar iyi bir aksiyon yönetmeni olduğunu hatırlatmayı sever. Bu esnada oyuncularını bize göstermiştir ama bizim onları tanımamız zaman alabilir. Çünkü Anderson filmlere 'dan!' diye, sanki senaryonun ilk sayfaları kayıpmış gibi başlamayı sever. Bu nedenle filmin edebi karakterlerini bilmeyenler; Athos, Aramis ve Porthos'u ayırmakta güçlük çekebilir. Bu anlamda filmde D'Artagnan'a gösterilen önem diğerlerine pek verilmiyor. Logan Lerman'ın sempatik bir şekilde yorumladığı karakterin yolculuğunu evinden Paris'e gelene kadar tüm detaylarıyla takip ediyor, bizim silahşörlerin arasına katılışını komik detaylarla izliyoruz.

    Üç Silahşörler, daha ilk dakikalarda edebi referanslarını unutturan sıradan bir aksiyon filmi. Luke Evans, Orlando Bloom ve Milla Jovovich'in oyunculuğunda da ciddi bir dönem filmi duruşu göremiyoruz, herkeste bir komedi filmi gevşekliği var. Bu durum kimi zaman sempatik sahneler ortaya çıkarmıyor da değil; filmin eğlenceli olmadığını söyleyecek değiliz. Bu anlamda daha iyi örneklerini de gördüğümüz 'pop tarihi film' türünün yüzeysel ve eğlenceli bir örneği. Biraz playstation oyunu hissi de veriyor ve filmin tüm amacının bu olduğunu söyleyenler haklı da olabilir.

    Bir de filmin 'steampunk' modasının izinden gittiği söyleniyor. Bir bilim-kurgu türü olarak ortaya çıkan, retro fütüristik atmosferi, dekorları ve tasarımları anlatan 'steampunk', alternatif tarih kurgusu üzerine kurulu: Viktorya çağında teknoloji daha ileri olsaydı nasıl olurdu gibi... O koca koca dönem kostümleri arasında ilkel bir robot düşleyin mesela. Üç Silahşörler'in alternatif tarih ve hatta alternatif edebiyat kurgusu ortaya koyduğu kesin; bu anlamda filmin anlatımı oldukça rahat ve gevşek bir tutum izliyor. Gözünüze 3D gözlüğünü takar takmaz eğlenmeyi bekliyorsanız, aradığınızı büyük ölçüde bulabilirsiniz ama filmde daha fazlası da yok, steampunk ruhu ise hiç hiç yok. Özetle, tipik bir Paul W. S. Anderson filmi. Bu defa cümlesi farklı biraz ama içeriği aynı: 'Birimiz hepimiz, hepimiz cebimiz için...'

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top