Kıyamet Gecesi
Yazar: Murat Tolga ŞenBrad Anderson'u severim. "B" temalarına yakın bir tarzı olmasının yanında Session 9, Makinist ve Transsiberian gibi gözden kaçırılmayacak filmlere imza atmış önemli bir sinemacıdır. Kıyamet Gecesi de sırf yönetmeni yüzünden ilgiyi hak eden, bir yandan da sıkı bir "Stephen King hikâyesi" izleyeceğimiz umudunu aşılayan bir film olarak karşımızda.
Senaryo Anthony Jaswinski tarafından kaleme alınmış; Detroit'te olağan bir gece sürerken ani bir elektrik kesintisi ile bütün şehir karanlığa gömülür. Karanlığın içinde kalan herkes bir anda buharlaşmışçasına arkalarında giysi ve takılarını bırakarak yok olur. Şehirde hayatta kalan son birkaç kişi geceleri ellerinde geriye kalan fenerler ile gölgelerden uzak durarak bir çıkış yolu aramaya başlar. Bir sinemada makinist olarak çalışan Paul (John Leguizamo), henüz dokuz aylık bebeğini inatla aramayı sürdüren Dr. Rosemary (Thandie Newton) ve bir haber kanalında muhabir olarak çalışan Luke (Hayden Christensen) şehrin karanlığında ışıl ışıl parlayan parlayan son yer olan Sonny's Bar'da buluşurlar ve birlikte bir yaşam savaşı vermeye başlarlar.
Yönetmen iyi, öykü de fena değil. Kâğıt üzerinde bir fantastik sinema meraklısının seveceği her şey mevcut ama iş filmi izlemeye başlayınca olayın rengi değişiyor. Brad Anderson başlarda izleyicinin merak duygusunu sağlamlaştıracak iyi numaralar yapmayı becerebilmiş ama sorulan soruları cevaplamak yerine yenilerini sormayı marifet sayan senaryo bir yerden sonra filmi aynı lokmanın çiğnendiği bir yemeğin lezzetine taşıyor. Sonu gelmez bir kaçma ve hayatta kalma öyküsünü bu kadar dar bir alana da sıkıştırarak anlatmak için başka çabalar da gerekiyor çünkü.
İzlediğimiz şeyi, hikaye anlatmaktan çok bir deneyim yaşatmaya dönüştüren bu yeni yaklaşım bazı filmlerde hoşumuza gitse de bu kadar meraklı bir konuda seyirciyi tatminsiz bırakmaktan başka bir işe yaramıyor. Öykünün korkutucusu olan "gölgeler"in nereden ve neden geldiği, aydınlıktan kimi zaman kaçıp kimi zaman da hiç umursamadan nasıl saldırabildiği, karanlık olduğunda bazıları ölürken (toza dönüşerek) bazılarına neden bir şey olmadığı gibi soruların hiç biri cevaplanmayınca fantastiğin temel taşı, "olmayana inandırmak" duygusu epey bir zedeleniyor. Halbuki hayatı emen "gölgeler" filmin içinde çözülebilmiş olsa, konu o derde odaklansa fantastik bir başyapıt izliyor olabilirdik. Yabana atılmayacak bir mekan deneyimi ve abartısız güçlü oyunculuklara yazık olmuş doğrusu. Uzun zamandır bu kadar güzel başlayan ama finaldeki distopik son kareye ulaşmak için anlamsızlaşan bir film izlememiştim. Sanki bir yerden sonra filmi çeken ekip hepten değişmiş gibi hissettiriyor.
Başı güzel, sonu anlamsız bir film olan Kıyamet Gecesi'nde en merak ettiğim şey Brad Anderson'un neden bu filme bulaştığı oldu. Daha önce yüzlercesini seyrettiğimiz türden ve herhangi bir yönetmen pırıltısı taşımayan bu filmin sinemada seyredilmek için de çok büyük bir bahanesi yok ama yine de bazı güçlü "fantastik" anlar içermiyor değil. Bu kadarı için de katlanırım diyen ve sadece "Korku filmi olsun da, çamurdan olsun" diyenler için.
* Stephen King'in filmle bir ilgisi yok ama hikâye onun öykülerini çok andırıyor.
Twitter: murattolga / murattolga@gmail.com