Labirent
Yazar: Serdar KökçeoğluTakashi Shimizu, 2000’li yılların başında yükselişe geçen uzakdoğu korku sinemasının öne çıkan sinemacılarından biri olmuş ve Amerika’ya davet edilerek ’Garez’ serisine imza atmıştı. Garez serisinden sonra Amerika’dan yeni bir proje almayı becerdi mi bilemiyoruz, ama yönetmen vasatın çevresinde gezinen filmler yapmaya Japonya’da devam ediyor. Ülkenin ilk 3 boyutlu korku filmi olan Labirent, Shimizu’nun zaaflarını ve sınırlarını çok iyi bildiğimiz için, haliyle ciddi bir beklenti yaratmıyor. Fakat en azından ’3D’nin farklı ve etkili üç beş korku numarası yapmaya el vereceğini düşünüyoruz. Pek öyle olmuyor.
Labirent’in bir hikayesi var elbette, fakat tam olarak kavrayabilmek için filmin basın bülteninden kopya çekmeniz gerekebilir. Bir grup arkadaş yıllar sonra biraraya geliyor ve bir zamanlar ziyaret ettikleri olaylı bir mekana geri dönüyorlar. Burası doğal olarak pek tekin bir yer değil ve bilinçaltlarının da farklı olmadığını kavrıyoruz. Eski defterler ve kapılar açılıyor, o kapıların ardında bekleyenler dışarı adım atıyor...
Yönetmen Takashi Shimuzu, rüya sahnelerine özgü flu görüntülerle ve ambient ile new age arası gidip gelen (zen) müziklerle bir atmosfer arayışına giriyor; fakat artık seksenli yıllarda değiliz ve neyse ki, filmin fazladan boyutları arada bir bunu hatırlatıyor. Doğrusu ’3D korku filmi’ fikri bir kez daha işlemiyor ve artık korku filmlerinin 3 boyutlu daha da etkili olacağına dair beklentilerimiz değişmeye başlıyor. Belirtelim, burada doğasından kopup seyirciye yaklaşan eller dışında yaratıcı bir kullanımını göremedik.
Lafı çok fazla uzatmaya da gerek yok galiba, Labirent’in ilgi çekici bir özelliği yok. Zayıf oyunculuklar da tuzu biberi oluyor. Zaten Amerika görmüş, remake fatihi yönetmenimizin esas kaygısının bir atmosfer yaratmak olduğunu hissediyorsunuz. Tekinsiz mekanın avantajlarını iyi kullanıyor aslında yönetmen ve uçuşan oyuncaklar da hiç fena değil; ama bunlar yetmiyor Labirent’ten mutlu bir şekilde çıkmaya.