Evdeki Lego sepetinden, beyazperdenin 3 boyutuna…
Yazar: Duygu KocabaylıoğluBir Lego setiyle en fazla ne yapabilirsiniz? Bir ev, aile, bir mahalle, bir uzay gemisi, savaş tankı… Şahsen benim şehirler, hatta ülkeler yaratacak kadar çok Lego setim olmadı; en fazla yeşil panjurlu sevimli evler, uzun boyunlu zürafalar yapardım, elimdeki parçalar bitince, bozar bozar aynı şeyi yeniden inşa ederdim. Kısa bir süre sonra çift katlı, bahçeli, müstakil bir ev yapmakta ustalaşmıştım, tıpkı Lego Filmi'ndeki “usta yapıcılar” gibi. Bu Cuma ülkemizde de gösterime giren Lego Filmi, tam da ithal oyuncak ürünlerin Türkiye’de tavan yaptığı dönemde yaratıcı çocukluğunu geçirmiş ’80 doğumlulara hitaben, hatta ithafen bir yapım. Oyuncaktan sinemaya uyarlanıyor ve en nihayetinde masumane bir hikaye anlatıyor diye aldanmayın, büyüklerin de keyifle, hatta kahkahalarla seyredeceği bir film karşımızdaki.
Her ikisi de animasyonun mutfağından gelen Phil Lord (Köfte Yağmuru serisi) ve Chris Miller’in (Şrek serisi) Köfte Yağmuru ve Liseli Polisler’den sonra beraber imza attıkları bu son filmde, özgün senaryo da aynı ikiliye ait. Baştan aşağıya, sinema tarihindeki pek çok kült filme ve karaktere göndermeyle bezeli olan film, kötücül bir güç olan Bay Başkan’ın iyilerin tarafındaki büyücü Vitruvius’ü dize getirip, yıllarca kovalanacak bir kehanetin önünü açmasıyla başlıyor. Kehanete göre farklı ülkelerden oluşan Legolar dünyasını Bay Başkan’ın zulmünden kurtarabilecek tek bir kişi vardır, o da seçilmiş, “özel olan”; yani “neo : the one”, Matrix’e hoş geldiniz!
Aslında sıradan bir Lego inşaat işçisiyken tesadüfen ”özel” olana dönüşen Emmet’ı tüm hikaye boyunca bu kehaneti gerçekleştirmeye çalışırken izliyoruz. Yanında da ona yardım eden usta yapıcılar Çılgın Stil Lucy’yi, Batman ve kâhin Vitruvius çekirdek ekibi oluşturuyor. Anlamlı bir çerçeve hikayeye hizmet eden bu macerada Abraham Lincoln’den, Korsan Metal Sakal’a, Gandalf’tan NBA yıldızı Shaquille O'Neal’a kadar, Lego karakterlerden oluşan, hem popüler kültür hem de insanlık tarihinden önemli figürler bir görünüp bir kayboluyor.
Filmin senaryo açısından dile getirdiği bariz bir detay var: Hepimiz birileri tarafından inşa edilmiş aynı tek düze hayatları yaşayıp, her gün aynı yönergelerle hayatlarımızı tüketiyor, bize sunulanları gerçekten sevip sevmediğimizi bile sorgulamadan tüketiyoruz. Bu kadar “fast food” yaşayınca da, hayatlarımızda herhangi bir kahramanlığa yer olmayan sıradan Lego işçilerine, makinenin parçalarına dönüşüyoruz. Hatta mesai arkadaşlarımız tarafından bile fark edilmiyoruz, içimizdeki cevher de keşfedilmeden bizimle birlikte ölmeye mahkum ediliyor. Kapitalizmin “benim istediğim gibi olacaksın, ben ne veriyorsam onu tüketeceksin” mottosunu, yine aynı dinamiğin yarattığı bir oyuncak markası üzerinden eleştiriliyor olması da ayrı bir ironi.
Filmin tüm bu karakterleri ve hikâyeyi kurgulayan esas öyküsü ise sorunlu bir baba-oğul ilişkisi. Kendi hobisi olan Lego koleksiyonuna oyuncağın hedef kitlesi olan iki çocuğunu yaklaştırmayan bir babayı, oğlunun yaratıcılığı ve hayal gücü karşısında afallatıyor Phil Lord ve Chris Miller ikilisi. Bu noktada da film, çocuk seyirci kitlesini kendi cephesine çekip, Legolar ile kendisine bambaşka bir evren kurmuş olan çocuk kahraman ile özdeşlik kurmalarını sağlıyor.
Filmin Türkçe dublaj yönünden de kısaca bahsetmek gerekirse, küfürsüz esprilerin hafif argo tadı çeviride korunmuş, ama günümüz fırlama çocukları için engel teşkil etmeyecek bir düzeyde. Hatta karakterlerin başlarından geçen pek çok olay eğitici diyebileceğimiz deyimlerle süslenmiş. Sercan Gidişoğlu, Mazlum Kiper, Uğur Taşdemir , Arda Aydın, Umut Tabak gibi deneyimli ve animasyonda aşinası olduğumuz dublaj sanatçıları ise filmin seyirlik keyfini artırıyor.
Filmin akılda kalan tek olumsuz yanı, bazı sahnelerin çok hızlı geçişlerle ilerliyor olması. Elbette bir kovalamaca sahnesinin hızına alışkınız ama, ben sinemaya ‘teşne’ bir yetişkin olarak yetişemediysem, yanımdaki ufaklıkları hayal bile edemiyorum. Öte yandan ‘3 dakika sonra’,’ 15 saniye sonra’ gibi ekran yazıları yaratıcı biçimde kullanılmış.
Geniş bir teknik kadronun elinden çıkan Lego Filmi, çocukluğumuzun 2 boyutlu oyuncaklarının, 3D animasyon teknolojisiyle beyazperdede 'can bulmuş' hali. Oscar adaylığı olmasa da haftanın keyifli seyirliklerinden...