Aşka Fırsat Ver
Yazar: Melis ZararsızAşka Fırsat Ver, yönetmenin üçüncü filmi. Bu üç film de ucundan köşesinden aşka dokunuyor ama "Aşka Fırsat Ver" şeklinde çevrilmiş bu filmin konusu pek de aşkla ilgili diyemeyiz. Gişe için iyi düşünülmüş bir çeviri diyelim.
Aşka Fırsat Ver, ülkemizde vizyona girmeden önce Filmekiminde gösterildi. Film romantik komedi türünde anılsa ve hayal alemlerinde dolaşsa da, ciddiye alınır bir yanı var. Filmin senaryosu elime geçseydi eminim çok heyecanlanırdım çünkü iş hayatının getirilerine kendini kaptırıp, gözünü hırs ve dolar simgesi (ya da euro?) bürümüş insanların dünyasında yaşıyoruz artık, hatta belki biz de onlardan biriyiz ve aslında özümüzü arıyoruz, onu özlüyoruz, ah ben çocukken aslında ne hayallerim vardı, yaratıcı bir çocuktum, üstelik para değil rengarenk balonlar beni mutlu ederdi vs vs diyen binlerce kişi bulabiliriz öyle değil mi?
Fransız sinemasının romantik komedi de olsa daha ciddiye alınır bir yanı oluyor çoğunlukla bana kalırsa, bu film hem ondan, hem konusunun ciddiyetinden, hem güzel oyuncu Sophie Marceau'nun duruşundan dolayı ağırlığı olan bir film. Öyle balon bir film izledim çıktım gibi düşündürmeyecek sizi. Elbette dünyanın sırrını verip günlerce uyutmayacağını söylersem de abartmış olurum. Ama birkaç saatliğine düşündürebilir. Yedi yaşındayken, şimdi elime geçecek bir mektup yazsam neler olurdu içinde ve bu şimdiki bana ne kadar etki ederdi diye düşününce bile, insanın içi bir tuhaf oluyor zaten.
Yönetmenin, filmin hayal aleminde gezen bölümlerini de başarıyla kotardığını söylemek mümkün. Artık neredeyse bir tür gibi anabileceğimiz Amelie filmi tadında, rengarenk şekerli boyalı bebekli çiçekli kolaj çalışmaları yapmış filminin içinde yönetmen ve bu da filme ayrı bir boyut katmış. Bazı başarılı yazarların kitaplarında tasvir ettikleri şeyi adeta yaşarız ya, örneğin öyle bir "tarçınlı çay içtim" der ki, tarçın kokusunu duyarsınız kitabı okurken - duyarsınız siz de değil mi? - işte bu filmde de kolaj çalışmaları şeklinde anlatabileceğim bölümlerde yönetmen o mektup zarflarına, içinden çıkan pullu mısırlı boncuklu süslere, özenle meydana getirilmiş kartpostallara adeta dokunuyormuşuz hissini yaratabilmiş.
Filmde hoşlanmadığım tek şey herşeyin çok hızlı gelişmesi ve Marguerite'nin mektupları almaya başladığında hissetmesi gereken o şoku, o şaşkınlığı yansıtmamış olmasıydı. İlk mektubu aldığında dahi sanki her gün bu tarz mektuplar alıyormuş gibi davranan Marguerite konusunda belki de yönetmene sorsam, "işte o kadar yoğun ki, o mektupları değerlendirip şaşıracak vakti bile yok, arada derede okuyup etkileniyor, anlasana?" diyebilir. Ama sanki eskiden filmler ne olursa olsun bize birşeyleri daha altını çize çize anlatırlardı. Bizi salak yerine koyan filmlerden bahsetmiyorum, sadece sanki artık filmlerin de mi acelesi var? Nasıl olsa anladın sen onu diye hiçbir detayın üzerinde durulmadan özet geçiliyor bazı önemli ve altı keyifle deşilebilir konuların... Bu açıdan bu filmi çok daha rahat rahat çekip, daha da tadına varmamızı sağlayabilirdi sanki yönetmen. Gene de belirli bir üslup tutturmuş, çok gerçek olayları çok hayalle anlatabilen zevkli bir yönetmenle karşı karşıyayız hissi uyandı bende. İzlenebilir.