Benim Hikayem
Yazar: Oktay Ege KozakBenim Hikayem, Oscar'lık epik boyutlarda bir biyografik drama olmanın hayallerını kuran gayet mütevazi, orta bütçeli bir drama. Filmin otuz yıldan fazla zamanı kapsayan hikayesi ve ne yazıkki uzunluğunu yer yer hatırlatan 140 dakikalık süresi sanki Akademi'ye biraz yem vermek için yaratılmış. Fakat işin sonunda Benim Hikayem, bir tek muazzam makyajı için Oscar adayı olmuş, yer yer başarılı, yer tek tekleyen, sinemadan çıkınca kolayca unutulabilecek tipik bir Paul Giamatti draması.
Utanmaz, arlanmaz, fırsatçı ve bencil televizyon prodüktörü Barney Panofsky'nin (Giamatti) özellikle son aşkı Miriam'a (Rosamund Pike) odaklanan, yaşamı boyunca evlendiği üç kadınla olan ilişkisi etrafında oluşuyor film. Arada bir de çözülmemiş bir cinayet davası var ki, bu alt konu hikayenin bütününe gereksiz olmasıyla beraber özellikle Paul Thomas Anderson'un şaheseri Manolya'yı izlemiş olanlar için gayet tanıdık bir sonla bitiyor.
Paul Giamatti, kendisinden bildiğimiz ucundan antipatik, manik enerji dolu egzantrik karakterizasyonunu Benim Hikayem'de bir kez daha başarıyla aktarıyor. Filmin ünlü yazar Mordechai Richler'ın romanından uyarlanan senaryosu, bu absürt karakteri yaratmakta ilk perdede Giamatti'ye yardımcı oluyor. Filmin açılışında yaşlı Barney'nin eski eşinin kocasına kalp krizi geçirtmesi, veya evlendiği gece başka bir kadının peşinden gitmesi her ne aşağılık davranışlar olsa da en azından alçaklığın boyutlarını zorlamasıyla bir kaç puan alıyor.
Fakat bir süre sonra, özellikle aşkı Miriam ile evlendikten sonraki sekanslarda Barney'nin ilginçliği kayboluyor ve iki saat boyunca gayet alışılagelmiş boyutlarda aşağılık bir zaman ve yaşam kaybı ile başbaşa kalıyoruz. Tabii ki bu noktada problem seyircinin (umuyorum ki) Barney ile bağdaşlık kuramamasında değil, sonuçta sinemada her ana karakterin illa da birer melek olması beklenmemeli. Asıl problem, Barney'nin gayet banal bir trajik figüre dönüşmesi.
Filmin yardımcı oyuncu kadrosu da gayet güçlü. An Education ve Suretler'deki rolleriyle yavaş yavaş kendinden bahsettirmeye başlayan güzeller güzeli Rosamund Pike, sevgi ve yaşam dolu Miriam'ı betimlemekte o kadar başarılı oluyor ki, açıkçası filmin süresi boyunca Miriam'ın Barney gibi bir hıyarla ne işi olduğunu sorgulamadan edemiyoruz. Barney'nin sosyetik ikinci eşi rolünde Minnie Driver'dan son zamanlarda gördüğüm en akılda kalır performansa da sahip Benim Hikayem.
Sıra Barney'nin aklına geldiğini söyleyen eski polis babası rolünde Dustin Hoffman'a gelmişken... Hoffman'ın içinde bulunduğu her sahnede, özellikle düğündeki Haham'a uygunsuz şakalar yaptığı diyaloglarda, bu efsaneyi şu günler neden daha fazla görmediğimizi sorgulamadan edemedim. Robert Pattinson gibi odunumsu varlıkların film yıldızı kabul edildiği şu günlerde Hoffman'ın mükemmel karizması ve zamanlamasına ihtiyacımız olduğu kesin.
Benim Hikayem, içerisinde gayet başarılı olabilecek 90 dakikalık bir dramediyi hapis tutan 140 dakikalık şişirilmiş bir paket sunuyor. Sadece Giamatti'nin ölümsüz hayranlarına ve Dustin Hoffman'ı özleyenlere tavsiye edilebilir.
San Francisco'dan haberler, eleştiriler ve yazılar okumak için bloguma üye olun:
oktayegekozak.wordpress.com