Terry Malloy (Marlon Brando) Bir limanda dok işçiliği yapmaktadır. Bir süre boks yapmıştır fakat bahisçi gansgster Johnny Friendly’nin (Lee J. Cobb) istekleri doğrultusunda kazanacağı bir unvan maçını bilerek kaybetmiştir. Bu olay aslında Terry�nin dünyaya bakışında bir nirengidir. Harcanmıştır Terry para uğruna. Hayalleri de yitip gitmiştir, Bir serseridir artık. Umursamaz, boş bakışlı bir serseri... Limanda sözde sendikanın ve sözde yöneticilerinin ne işler çevirdiklerinden haberdardır. Bu çete sendika aidatı ve sair adı altında işçileri sömürmekte, onların sırtından büyük parsalar götürmektedirler. Kirli işler John Doyle’un öldürülmesiyle iyice ayyuka çıkar...Terry de ucundan kıyısından bu işlere bulaşmıştır, arkadaşı John Doyle’u tuzağa düşürerek...Elia Kazan (yönetmen) filmi böyle bir liman şehrinde üç sac ayağı üzerine oturtmuştur: Terry�nin vicdan merkezli iç muhasebesi, halkın arasına karışan kilise ve diğer vicdan mahkumu Terry’nin ağabeyi Charley Malloy; canını kardeşine feda eden adam. Bu üç olgu ortak bir iyiliğe doğru öznelerini sosyalleştirmişlerdir. İyiliğin konuşu; ezilen, hakları gasp edilen, sömürülen işçilerin tarafında olmaktır. Terry’nin üstündeki aşk yıkıp döken bir körlük, delişmen bir tutku değil Onu insanı olana, öze itekleyen bir katalizördür. Aşk onu ehlileştirmiş, eğitmiştir. Bir sınavdadır Terry. Bir tarafta para, şan şöhret, unvan ve önemsenme isteği, diğer tarafta mazlumun yanında yer almak gibi daha soyut ve uhrevi bir haslet vardır. Terry’nin tözel bir iç-itiye sahip olduğunu, nihayetinde iyiliğin tarafında yer alacağını, şehirde yığınla bulunan şahinlere? karşı güvercinlerin tarafında yer aldığını biliyoruz filmin başından. Güvercin demişken antiparantez; iletişip duran günümüz insanı, hobilerini bile bir kafa karışıklığı içinde sunuyor bize. İç içe geçmiş eylemler, karman çorman terimler, alet edavat... Hobi dediğin güvercindir işte� Çıkarsın çatıya, yemlersin, su verirsin, güzel güzel ıslıklarınla gösteriler yaptırısın onlara... Budur yani. Anlaşılır, basit. Neyse... Kilise, ceket yakalarındaki Pazar günü rozetlerinden sokağa, gün yüzüne çıkmıştır. Çıplak ve gerçek gündüzle tanışmıştır Kilise. Peder, kardeşleri saydığı halkın içindedir sürekli. Onların dertlerini dert bilmiştir, savaşır onlar adına, yüreklidir de. Sömürülen kardeşlerinin tam ortasında hüzünle bir sigara yakar Peder (Karl Malden’ın ustalığı ne güzeldi!). Çarmıh da çıplak ve gerçekti zaten� Sömürülen işçilerin hıncı birikmektedir. Açık seçik ulu orta olmuyor bu iş tabi. Birkaç iyi insan, işçileri ve onların iyiliğini taşımışlar, yürütmüşler ve onlara neredeyse tamamen kaybedecekleri onurlarını geri kazandırmışlardır: Bir serdengeçti, bir acılı kız yüreği, bir 'evet, vicdanım var!' diyebilen ağabey ve bir de film boyunca deşifre etmediği (ki sinematografik anlatı olarak bunu fazlasıyla önemserim) kendi derinini gözlerinden okuduğumuz; 'onlar sana bir şey yapmadan sen onlara yap' gibi yabanıl ve boksörvari duruşuyla bil’hakkın 'serseri' Terry. Buraya kadar Elia Kazan’ın işi realiteyledir. Gerçek sokakta, bakınız...Görünüz... Bütün bu çabalar, bütün bu gerçeklik anlatısı mutlu son için maalesef tek başına yeterli olamıyor. Bu yüzden Ağabey Charley Malloy ve kardeş Terry Malloy’un sona doğru unutulmaz araba sahnesi gerçek dünyayla düşler arasındaki kırılma noktasıdır. E. Kazan bu noktada dümeni izleyiciye kaptırmıştır. Ölüm korkusu nedir? Vicdani rahatsızlık nasıl bir şeydir? N’olmuş yani sırtından sopanın eksik edilmeyeceği bi avuç işçi karın tokluğuna çalışıyorlarsa!? N’olmuş bunların içinden birkaç ipsiz ortadan kaldırılmışsa!? Ve daha bir çok salt bireysel ve bilinçdışı soru o araba yolculuğu esnasındaki gerçek sorulardır. Ölüm korkusunu kendimizde bir sınayalım bakalım işin içinden çıkabiliyor muyuz... Terry boks yaparken ağabeyi için bir fedakarlık yapmıştı tamam ama feda ettiği şey bir tutkudur sadece. Bu açıdan Terry arabadan inmeseydi n’olurdu? Sorusu baştan yok sayılmalıdır. Çünkü elebaşı John Friendly onlar için bir B planı hazırlamış gibi görünse de yoktur öyle bir şey aslında. Ağabey o tabancayı Terry’nin eline tutuşturacak ve Terry arabadan inecekti. Yani A planı yoktur. Düşler ve mutlu sonu bekleyen biz izleyiciler varızdır... Filmin finali müthiş coşkulu. Yani unutulmayacak sonlardandır diyebilirim. Başlardaki John Doyle’un öldürülüşü ve peşinden gelen cılız ağıt sahnelerini size çabuk unutturacak bir son.