Hasan Nadir Derin: Amerika?daki Ulysses
Yazar: Misafir KoltuğuAmerikan sinemasından çıkan en mühim şahsiyetlerden Coen kardeşler bu kez de Homeros'un ünlü destanı Odysseia'nın epeyce serbest bir uyarlamasını beyazperdeye taşıyorlar. Aslında bunu belirtmemiş olsalar, anlamak epey zor olacaktı. Antik Yunan'da geçen ve ağır bir dili olan bu destan, ekonomik krizin içindeki, ırk ayrımının tüm şiddeti ile devam ettiği yüzyıl başlarındaki Amerika'ya taşınmış.
Birbirlerine zincirlerle bağlı üç mahkum hapishaneden kaçarlar ve içlerinden birinin (isme dikkat: Ulysses Everett McGill) hapse düşmeden önce sakladığı parayı bulmak üzere bir yolculuğa çıkarlar. Dört gün içinde paranın saklandığı yerde olmaları gerekmektedir çünkü söz konusu yer sular altında kalacaktır. Ancak Ulysses dışındakilerin bilmediği gerçek ise, Ulysses'in karısı Penny'nin dört gün sonra başka birisi ile evlenecek olmasıdır. Yolculukları sırasında bu üç kaçak, bir yandan peşlerindeki polislerden kaçmaya çalışırken bir yandan da pek çok ilginç kişilikle ve olayla karşılaşırlar. Bu olay ve kişiliklerin bir kısmı Odysseia'dan alınmışken bir kısmı da devrin gerçekten yaşamış, ünlü simaları. Tek gözlü İncil satıcısı, (Odysseia'dan Cyclops), denizde karşılaştıkları güzel ve ölümcül kadınlar (tabii ki Odysseia'daki denizkızları, yani sirenler), bebek yüzlü gangsterler (bebek yüz Nelson), ruhunu şeytana satmış zenci müzisyen (ünlü caz gitaristi Robert Johnson) karşılaştıkları kişilikler arasında yerlerini alıyor. Bunun yanında destansı bir vaftiz töreni ile aynı derecede etkileyici bir Ku Klux Klan ayinine tanık oluyorlar. Hatta (yine Odysseia'dan alınmış bir tema ile) aralarından birinin kurbağaya dönüştüğünü bile görüyoruz.
Coen kardeşler bu filmlerinde de yine her zamanki gibi tanıdıkları ve sevdikleri oyuncularla çalışmışlar çoğunlukla. John Turturro ve John Goodman gibi artık epey samimi olduklarını tahmin ettiğim adamlar tam kendileri için yazılmış gibi duran rollerde döktürüyorlar. Yine daha önce beraber çalıştıkları Holly Hunter da hiç taviz vermeyen eş rolünde ufak ama güçlü bir performans çiziyor.
Ama filmin asıl yıldızı Coen'lerin ilk kez çalıştıkları, umarım tekrar da çalışacakları, George Clooney olmuş. Clooney, saçından ve eşinden başka her şeyi ikinci plana atabilecek (ikisi arasında tercih yapacak olsa da saçını seçerdi herhalde) Ulysses rolüne kalıp gibi oturmuş. Clooney biraz da Ulysses'i oynayan bir Clark Gable'ı oynuyor belki: Çünkü özellikle bazı kadrajlarda "bu adam Clark Gable" dememek mümkün değil. Oyunculardan bahsetmişken, Steve Buscemi acaba hasta falan mı diye düşünmeden edemedim doğrusu, Coen'lerle bundan önce 5 filmde çalışmış olan Buscemi acaba bu filmde niye yoktu?
Tıpkı oyuncularda olduğu gibi Coen'ler aynı teknik ekiple de çalışmayı seviyorlar. Uzun zamandır beraber çalıştıkları görüntü yönetmenleri Roger Deakins, kurgucuları Roderick Jaynes (ki kendileri aslında bizzat Coenler'den başkası değildir) ve aynı zamanda Ethan Coen'in de eşi olan Tricia Cooke ve sanat yönetmenleri Dennis Gassner artık birbirlerinin dilinden çok iyi anlıyor olmalılar. Özellikle üç kaçağın şaşkınlıkla bakmaları ile başlayan vaftiz ve KKK ayini sahneleri görsel açıdan çok etkileyici: İkinci sahne, sanki eski Hollywood müzikallerinden fırlayan bir bölüm. Coen'ler ufak ayrıntılara da özellikle dikkat etmişler. Mesela kaçaklarımızı kovalayan polislerin başını hemen her gördüğümüzde gözlüğünde bir ateş yansımasını da görüyoruz. Ulysses'in her zaman kullandığı briyantin de (tek bir marka kullanıyor) filmin başından sonuna dek çeşitli vesilelerle karşımıza çıkıyor.
Ve tabii ki filmde çok önemli bir rol oynayan müzik. Yine Coenlerin vazgeçemedikleri bestecileri Carter Burwell ile birlikte T-Bone Burnett film için tam da dönemin ruhuna uyan müzikler yapmışlar, bunun yanında dönemin ünlü şarkıları da kullanılmış. George Clooney'nin ne kadar iyi şarkı söylediğini de görebiliyoruz bu film sayesinde.
Pek çok olumlu özelliği olan film yine de Coenler'in BARTON FINK ve FARGO gibi başyapıtlarının biraz gerisinde kalıyor belki, ama yine de her zamanki muziplikleri, hareketlilikleri ve zekaları yerli yerinde. Ancak benim gittiğim seansta pek çok izleyicinin çok sıkıldığını ve film bittiğinde kendilerini salondan dışarı zor attıklarını da gözlemledim. Eh, sanırım komediden, SCARY MOVIE (KORKUNÇ BİR FİLM) gibi zeka seviyesi sıfırın altında dolaşan bir film anlayanlar pek sevmeyecektir bu yapımı. Coenseverler zaten kaçırmayacaktır, iyi bir film izlemek isteyen herkes de gitsin görsün derim ben.
Son bir not; Coenler film bittikten sonra yaptıkları bir söyleşide aslında Odysseia'yı okumadıklarını, sadece bu filmde kullandıkları kadarı hakkında bilgi sahibi olduklarını söylediler. Kardeşlerin bundan önce FARGO'nun yaşanmış bir olaya dayandığını söyleyip sonradan "yok böyle bir şey" dediklerini de biliyoruz. Aslında varolmayan kurgucuları Roderick Jaynes'in Oscar'a aday olduğu da bilinen bir vaka. Bu şakacı adamların Odysseia'yı okumadıklarına dair açıklamalarına inanıp inanmamak da size kalmış bu durumda.