Aşk Sarhoşu
Yazar: Ayşegül KesirliAşk Sarhoşunun tanıtım afişine ilk baktığımızda aklımıza Jennifer Aniston ve Vince Vaughn'u bir araya getiren "Ayrılık" filminin gelmemesi neredeyse imkansız. "Ayrılık"ın tanıtım afişinin biraz daha müstehcen bir versiyonu ile izleyenlerin karşısına çıkan Aşk Sarhoşu ve Ayrılık arasındaki benzerlik aslında sadece bununla sınırlı da değil. Jennifer Aniston ve Vince Vaughn'u doksan dakika boyunca kavga edip, tüylerimizi diken diken ederken izlediğimiz Peyton Reed filmi gibi Aşk Sarhoşu da alışıldık romantik komedi anlatımını kırmak ya da renklendirmek amacıyla yeni arayışlar peşinde koşan bir yapım. Bununla birlikte, tıpkı Ayrılık gibi Aşk Sarhoşu'nun da bütün bu arayışlar sonucunda ortaya hem duygusal hem de güldürü boyutu son derece zayıf bir film çıkardığı da açıkça görülüyor.
Aslına bakarsanız, film hırslı ve yaptığı işten sonuna dek zevk alan bir satış elemanı olan Ramie Randall'ın hikayesinden bahsetmeye başladığı an seyredenlere 90'lı yıllara dair son derece enteresan ve esprili bir öykü anlatacağını düşündürtüyor. Böylelikle izleyenler parlak bir fikri olan ve kartlarını doğru oynayan her beyaz yakalının milli piyango kazanmış sayıldığı 90'lı yılların Amerikasına dair eleştirel bir film seyretmek üzere olduklarına ikna oluyorlar. Bu izlenimin ardından Aşk Sarhoşu, gerçekten de 90'lı yıllarda patlayan anti-depresan ilaç sektörüne ve bu sektörün özünde eğlence ve reklam endüstrisinden pek de farklı olmadığına dair hem eleştirel hem de sürükleyici bir hikaye anlatmaya başlıyor. Bu yanıyla Jason Reitman'ın Aklı Havada filmini hatırlatan enteresan bir gidişata adım atan filmin yarattığı bu atmosfer, Maggie Murdock karakterinin hikayeye dahil olmasıyla bir anda dağılıyor.
Bu noktadan sonra film, Jamie Randall rolünde izlediğimiz Jake Gyllenhaal ve Maggie Murdock olarak karşımıza çıkan Anne Hathaway'in ilişkilerine odaklanıp, hikayenin başında vurguladığı anti-depresan ilaç sektörü hakkındaki tüm eleştirilerini bir kenara fırlatıyor. Bir anda Aşk Sarhoşu'nun merkezine yerleşen Jamie- Maggie ilişkisi ise "Kasım'da Aşk Başkadır" filminin ucuz bir taklidini ortaya koymaktan öteye gitmiyor. Filmin gözler önüne serdiği aşk ilişkisini problemli yapan en büyük etmen de hikayenin kendine has bir karakter anlatımı tutturmak yerine baş karakterlerini farklı filmlerden ödünç aldığı özelliklerle donatması.
28 yaşında bir Parkinson hastası olan Maggie, "Kasım'da Aşk Başkadır"da Charlize Theron tarafından canlandırılan Sara ile "New York'ta Bir Sonbahar"da Winona Ryder'ın hayat verdiği Charlotte arasında gidip gelen, geçmişi geleceği belli olmayan şablon bir karakter. Jamie ise her ne kadar filmin başında verilen birkaç detay sayesinde daha katmanlı bir karakter olmayı başarsa da bir noktadan sonra kendini tekrar etmekten öteye gidemeyen ve hiçbir gelişim göstermeyen durağan bir yapıya sahip. Kendilerine ait sürükleyici iç çatışmaları olmayan bu iki karakterin çarpışması üzerine kurulu olan Aşk Sarhoşu'nun gidişatı ise tam anlamıyla enerjisiz ve can sıkıcı.
Yönetmen Edward Zwick'in filmin bu durgun atmosferini dağıtmak için bulduğu çözüm ise Jake Gyllenhaal ve Anne Hathaway'i bol bol cinsel ilişki halinde gösteren çıplaklıkla donatılmış sahneler. Daha hikayenin en başında yenilik arayışında bir romantik komedi olmak amacıyla yola koyulan Aşk Sarhoşu'nun bu tercihi bir yönden filmin ait olduğu türün kalıplarını kırmak için başvurduğu bir direniş çeşidi olarak anlaşılabilir. Ancak Jamie - Maggie ilişkisinin sadece cinselliğe indirgenmesine neden olan bu tercihin ardından filmin ulaşmayı amaçladığı romantizm seviyesine çıkması neredeyse imkansız. Bu nedenle çıplaklığın yersiz ve fonksiyonsuz bir biçimde kullanıldığı Aşk Sarhoşu'nun bir anlamda kendi kendini sabote ettiğini itiraf etmemiz gerek. Filmin kadın karakterini hemen hemen her sahnede fetişleştirerek, bir cinsel objeye dönüştürmesi ise apayrı bir tartışma konusu.
Esasında, filmin kadın karakteri üzerinden yarattığı bu cinsiyetçi atmosferde ilaç sektörüne karşı takındığı eleştirel tavrı besleyip, güçlendirmesini beklemek de oldukça anlamsız. Nitekim filmin ilerleyen dakikalarında bu eleştirel pozisyonu terk ederek neredeyse bir anti-depresan reklamına dönüşmesi de şaşırtıcı değil. Dolayısıyla, gidişat içerisinde önemsiz görünen bir ayrıntı gibi dursa da çöpten bulduğu Prozac kapsülleri ile yeniden topluma "yararlı" olmayı başaran bir evsizin hikayesinin gidişata yerleştirilmesi filmin ideolojik pozisyonunu da belirleyen bir yan öykü.
Bütün bu nedenlerden dolayı Aşk Sarhoşu'nun sadece karakter tasvirlerinde sığ bir tavır takınan ve temposunda bazı aksamalar yaşayan bir film olmakla kalmayıp, ideolojik olarak da kendisini sorunlu bir yere konumlandırdığını söyleyebiliriz aslında. Anlayacağınız, Edward Zwick imzalı Aşk Sarhoşu, ne sıradan bir romantik komedi olarak tat veren, ne de alışıldık romantik komedi anlatımına karşı devrimci bir tutum sergileyerek kendine has yeni bir söz sarf edebilen bir yapım.