Zeki Demirkubuz <br>Masumiyetini mi Yitirdi?
Yazar: Bige AkdenizKaderimizde uzun zamandır marjinal kulvarda kalmış bir yönetmenin popülerite kazanmasına şahit olmakta varmış. Zeki Demirkubuz sineması dedirtecek kadar, sinemasında kendine ait bir dünya oluşturmayı başarmış yönetmenin yeni filmi gişe yapacak hissi veriyor. Herkes yeni filmi Kader’i merak ediyor, Kader’i konuşuyor. O artık popüler bir yönetmen.
Tutarlı bir şekilde bir filmden diğerine taşıdığı sinema dilini, film yapma şeklini, karakterleri ve mekanları nasıl kullandığını onun hakkında yazılmış sayısız makalede bulabilirsiniz. Demirkubuz’un filmlerindeki kapılar, Demirkubuz ve zaman, Demirkubuz’un kadın karakterleri gibi... Filmlerinin okunma açısından oldukça zengin bir cevher olduğu doğru. Bu açıdan Türk Sineması’na yeni bir kapı açtı sanki. Son filmi Kader’de olduğu gibi. Ama bu filmde nedense böyle zenginliğin tadına varmak zor, garip bir eğretilik hissettiriyor, göze batma hali gibi ve sonrasında bıraktığı bir boşluk hissi, bir tür samimiyetsizlik.
Bana kalırsa bu hissin arkasında kendi vardığı yargılara, ya da insanlık, aşk, kader gibi temalarda kendi vizyonuna fazla güvenmeye başlamış bir sanatçının varlığı var. Masumiyet’inkendine özgü masum havası bu filmde yitirilmiş sanki, daha stilize edilmiş bir filmle karşıyayız. Her sahnesinde yönetmenin müdahelesinin izleri görülüyor; Masumiyet’te ise sanki malzemesine dışarıdan bakan birisi gibiydi. Hatta bu müdahelenin filme taşmış olduğunun komik bir ispatını, filmin bir karesinde Zeki Demirkubuz’un bizzat kendisinin iki karakter arasında çıkan kavgaya müdahele etmesinde ve Bekir’e çıkışmasında, hatta tokat atmasında görebiliriz. Kendi filmine de mi aynı şeyi yapıyor acaba diye düşünmeden edemedim...
Oyuncularda (özellikle Bekir ve Uğur karakterlerinde) da bu hissediliyor, onlarda sanki yönetmenin ruh hali içinde Masumiyet’in oyunculuklarında gördüğümüz masumiyete sahip değiller. Kendi kendilerinden, oynadıkları rolün yüceliğinden, ya da parçası oldukları senaryonun yüceliğinden oldukça etkilenmiş oldukları hissediliyor. Fazla bir oyunculuk var sanki, fazla bir kendilerini anlatma hali. Fazla bir 'ben bu karakterim' diyen bir hal. Bu filmi izledikten sonra Bekir ve Uğur’u nasıl hatırlıyorum diye kendinize sorduğunuzda algılayabileceğiniz bir durum bu, seyrederken hikayenin yoğunluğu içinde farkına varamadığınız.
Masumiyet filminin dozu arttırılmış bir hali var karşımızda. Belki de Zeki Demirkubuz gençliğin dozu arttırılmış halinde bu karakterlerin geçmiş zaman hikayesini vermek ve anlatmak istediğinin dozunu arttırmak isterken, yanlışlıkla anlatma halinin dozunu arttırdı. Karakterlerin yaptıklarının aşırılık durumundan, karşılıksız aşkın en keskin halinden bahsetmiyorum, yapılış şeklinin aşırılığından. Bazı duygular bir tek kez verilmişken, tekrar tekrar veriliyordu, hiç gerek olmadan. Çünkü hissediyorduk bir kez anlatıldığında. Diyaloglarda tekrar tekrar söylenen şeyler vardı, sanki anlamamışız gibi, bunu anlamalısınız der gibi. Ama Masumiyet filminde tek bir bakış yeterliydi hikayenin bize herşeyi söylemesi için, bazen bir bakışa bile gerek yoktu. Bir yürüyüş bile yeterliydi, karakteri anlamamız için. Kelimelere bile fazla ihtiyaç yoktu.
Bu geri adıma rağmen, Demirkubuz’un Kader’inde de anlattığı dünyadan ve karakterlerden etkilenmemek elde değil. Tuhaf bir ikilemin büyüsü her filminde olduğu gibi bu filmde de var. Herşeylerini kaybetmiş olmalarına ve oradan oraya dolaşan leyla ya da mecnunlar gibi olmalarına rağmen, inanılmaz canlılar. Hepimizden daha özgürler ve dolayısı ile gerçekten yaşıyorlar. Masumiyetleri de buradan geliyor. Herhangi bir yaptırımla kendilerini engellemiyorlar, sıfır noktasının tadını çıkarıyorlar. Ancak aşkın özgürleştirici ruhunda yaşanabilir gibi gözüken bu özgürlük hali, bence bizi Demirkubuz’un filmlerine çeken en büyük etken. Kader filminde de bu özgürlüğün en doruk halini görüyoruz. Bu dünyaya kapılmamak ve insanlığın bu halini izleme arzusundan vazgeçmek imkansız. İsterse on Masumiyet, ya da on Kader filmi çeksin, biz yine izleriz.