İlkinin kopyası bir Ben Stiller filmi...
Yazar: Oktay Ege Kozak90'lı yılların başında Ben Stiller, The Ben Stiller Show adı altında bir skeç şovu yaratmıştı. Stiller’ın yanında Jack Black ve Janeane Garofalo gibi ünlü komedyenlerin kariyerlerini başlatan şov, zamanının ilerisinde absürdist ve riayetsiz bir tona sahip olduğu için ilgi çekmemiş ve bir sezondan sonra yayından kaldırılmıştı. Günümüzde Saturday Night Live gibi genel seyirci için yazılan skeç şovlarının bile Stiller’ın absürd ve neredeyse sürreal espri anlayışını benimsediğini akılda tutarsak, The Ben Stiller Show’un 2010'lu yılların Amerikalı alternatif komedyenleri arasında kült statüsüne dönüşmüş olmasına şaşırmamamız lazım.
Üstün gerizekalılığını kendini beğenmişliğiyle kapatmak için elinden geleni yapan erkek süpermodel Derek Zoolander (Ben Stiller), The Ben Stiller Show’un iptal edilmesinden sonra o şova en iyi oturacak gariplikte bir karakterdi. Moda dünyasının narsisizmini, acayipliğini ve küstahlığını iğneleyen bu karikatürümsü karakter o kadar abartı bir tona sahip ki, iki-üç dakikalık bir skeçten daha uzun bir platformda aynı esprileri tekrarlaması yüzünden iyice baymaya başlıyor. Karakter 90'lı yılların sonunda VH1’ın iki dakikalık bir skeçinde ilk defa görünmüştü, ve bu kısa süre Zoolander için yetiyor ve artıyordu.
Fakat Stiller, nedense bu karakteri uzun metraja uyarlamaya karar verdi ve zaten baştan tatsız olduğunu düşündüğüm ilk Zoolander filmi 11 Eylül 2001 saldırılarından bir hafta sonra vizyona girdiği için gişede batmıştı. Zamanında filmi darmadağın eden eleştirmen Roger Ebert, sorunun 11 Eylül saldırılarından sonra bir komedinin vizyona girmesinin değil, bu kadar kötü ve odaksız bir komedinin vizyona girmesi olduğunu belirtmişti. İlk Zoolander hakkında Ebert’e katılmamak zor. İlk filmin en büyük problemi (Zoolander kadar tek boyutlu bir karakteri uzun metraj bir filme uyarlamanın zorluğu dışında) ne tarz bir komedi olacağına bir türlü karar verememesiydi.
Psikopat modacı Mugatu’nun (Will Ferrell) Malezya cumhurbaşkanını öldürmeye çalışması etrafında oluşan komedi/aksiyon tipi konusu, ZAZ ekibi ve Mel Brooks tarzı, tür klişelerini iğneleyen absürdist bir komedi için biçilmiş kaftandı. Zoolander ve rakibi olan erkek model Hansel (Owen Wilson) gibi iki gerizekalının bu global komployu durdurmak için seçilmesi ise Çıplak Silah ve Pembe Panter serilerinde olduğu gibi ‘kendini beğenmiş budala kahraman salaklığı sayesinde bir şekilde herkesi kurtarır’ tarzı komedi şablonuna uyuyordu.
Fakat ilk film, moda dünyası gibi alay edilmesi çok kolay olan bir hedeften yeterince espri çıkaramadığı gibi bu kadar gerçekdışı bir abartılığa sahip olan bir ana karakteri ciddiye almamızı, sanki düz bir aksiyon filminin ana kahramanıymış gibi yaklaşmamızı istiyordu. Ton bakımından Austin Powers’a mı, yoksa Frank Drebin’e mi daha yakın olacağına bir türlü karar veremiyordu Derek Zoolander.
Diyeceksiniz ki aradan bunca paragraf geçti ve halen Zoolander 2’den bahsetmedim. M. Night Shyamalan tarzı bir konu sürprizine hazır olun, çünkü bunca zamandır aslında Zoolander 2’yi eleştiriyorum, çünkü ilk bölümün yıllar içinde kült statüsüne erişmesi sonucu çekilen bu devam filmi ilk yapımın hemen hemen adımı adımına bir karbon kopyasını yaratıyor. Yani ilk Zoolander hakkında ne yazdıysam ikinci filme de uyarlayabilirsiniz.
İlk filmin sonunda ‘iyi okumayan yetimler’ için yarattığı kütüphane yerle bir olup eşini öldürünce Derek Zoolander, derin bir depresyona girer ve toplumdan saklanır. Yıllar sonra bir araya gelen Zoolander ve Hansel, Derek’in İtalya’da bir yetimhanede yaşayan oğlu Derek Jr. (Cyrus Arnold) etrafında oluşan bir komployu durdurmak için seksi ‘moda gizli ajanı’ Valentina’nın da (Penelope Cruz) yardımıyla Mugatu’yu bir kere daha durdurmak için yola koyulur. Evet, filmin konusu ilk Zoolander’ı adımı adımına takip ediyor, finali bile dahil. Fakat önemli olan moda dünyasını iğneleyen espriler değil mi?
Bu bakımdan filmin mizahı iki kategoriye oturuyor. İlk kategori modern moda trendleri ile dalga geçen iğneleyici esprilerden oluşuyor. Bazı sahneler ilk filmdeki esprileri olduğu gibi tekrarlasa da, 2016’ya uyan bir kaç komik sekans da var Zoolander 2’de. Retro modayla dalga geçerken aynı anda sırf nostalji olsun diye beğenen hipster kültürü, moda dünyasının yeni ‘dahi’si Don Atari (Kyle Mooney) karakteri ile gayet etkileyici bir biçimde hakettiği alayı buluyor. Diğer yandan Hansel’in aralarında Kiefer Sutherland’in de bulunduğu 11 kişilik bir grup seks ile evlenmesi etrafında oluşan espriler, modern bir absürd ve alternatif komedi tonu yakalıyor.
Esprilerin ikinci kategorisi ise çok daha tembel bir yaklaşıma sahip, o da sırf konuk yıldızların varlığı ile komik olmaya çalışması. Filmi yöneten ve yazarlarından biri olan Stiller, bir sahneden ne zaman organik bir biçimde mizah çıkaramayacağını anlayınca ekrana fırlatabileceği kaç tane ünlü varsa koymuş filmine. Bu konuk yıldız kalabalığı arasında bazı esprilerin en azından bir mantığı var (Bir sürü insanın nefret ettiği Justin Bieber’ın filmin başında aşırı şiddetli bir biçimde öldürülmesi mesela), fakat çoğu konuk oyuncunun safi varlıklarıyla güldürmesi bekleniyor (‘Aaa, bak Sting de var filmde!’).
Zoolander 2, ilk filmde de olduğu gibi toplamda 10-15 dakikalık kalite komediyi 90 dakikalık bir uzunluğa oturtmaya, bunu yaparken de derinlikten yoksun bir karikatür karakteri takip ettirtmeye uğraşıyor. Filmde bir kaç başarılı espri var tabii, fakat onlar da konu ile alakalı olmadığı için zaman içinde YouTube’da kolayca izlenebilir. Eğer ilk Zoolander’ın büyük hayranıysanız ve tıpatıp aynı filmi izlemek baymayacaksa tavsiye edilebilir.