Hesabım
    Yem 3D
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Yem 3D

    Ters rüzgarın etkisiyle kıyıya vurmuş bir enkaz parçası gibi...

    Yazar: Orkan Şancı

    “Bilinmeyenden korkmak” başlığı altında köpekbalığı geriliminden beslenen filmlerinin köklerine inecek olursak, Samuel Fuller’in 1969’da çektiği “Shark!” iyi bir başlangıç olabilir. Köpekbalıklarının bir tehdit olarak gösterildiği ilk filmlerden biriydi. Köpekbalığı korkusunu bir alt-tür olarak konvansiyonel sinemanın parçası haline getiren ise Spielberg’in 1975 tarihli "Jaws"ı oldu. Jaws’ın perdede yarattığı etki öyle büyüktü ki, 8 yıl sonra -o zamanın 3 boyut teknolojisiyle- kotarılan versiyonu, bazı seyircilerin koltuklarında fenalık geçirmelerine yol açmıştı.

    Spielberg’in “Jaws”ta bir köpekbalığı geriliminden çok daha fazlasını sembolik açıdan anlatmaya çalıştığını bugün biliyoruz ama bu başka bir yazının konusu. “Büyük beyaz” köpekbalığının perdede yarattığı etkiye dönecek olursak Hollywood’un o tarihten bu yana Jaws’ın çok sayıda “vasat” akrabasını önümüze getirdiğini söyleyebiliriz. 1999 tarihli “Deep Blue Sea” ve 2003 tarihli “Open Water”ı belki vasatın bir parça üstünde tutabiliriz.

    Bugün karşımıza çıkan Bait 3D ise, herşeyi adıyla ele veren filmlerden biri. En başta, orijinal isminde 3D ibaresi olan filmlere mesafeli davranmamız gerektiğini öğreneli epey oldu. Sunacak malzemesi sınırlı olan kimi filmlerin 3D furyasının sefil birer parçası olduğu dönemi geride bıraktığımızı sanıyorduk ki Avustralya yapımı bu 93 dakikalık yapım 1 yıl gecikmeyle de olsa karşımıza çıkıverdi.

    Ülkesinden çok Çin ve Singapur’da gişe yapan filmimizin konusu kısaca şöyle: Deprem ve hemen ardından tsunami, Avustralya’nın sahil bölgesini vurur. Bir süper market sular altında kalır ve yaşam savaşı veren içeridekilerin başına 2 “büyük beyaz” musallat oluverir. Acaba nasıl kurtulacaklardır?

    Bu sayfalarda olumsuzladığımız kimi filmlerde sürekli dikkat çektiğimiz bir konunun altını yeniden çizmemiz gerekiyor: “karakter gelişimi”. Umurunuzda bile olmayan insanların başına nelerin geldiğini önemsemezsiniz. Dramatik yapıda asıl olay/çatışma öncesi bu işi halletmeniz gerekir. Aksi halde seyircinin filminizi umursamasını sağlayamazsınız. “Bait”teki temel sorun da bu. Doğru dürüst bir hikaye bile anlatmadan kahramanlarınızı çatışmanın ortasına bırakırsanız hepsi sudan çıkmış balığa dönüverir. İki soyguncu, bir mağaza müdürü, bir polis, polisin problemli kızı, iki eski sevgili, bir çift yeni sevgili ve bir Singapurlu, sizi 5 dakika bile oyalamayacak. Çünkü hikayeleri yok. Bir takım dramatik etki yaratma girişimleri de sizi ikna edebilecek türden değil.

    Yönetmen Kimble Rendall, filmini daha yukarı taşıma konusunda istekli olacağı yerde, tasarımı tamamen tartışmalı bir süper markette, sizi klostrofobik duygularla başbaşa bırakmaya çalışıyor. Ancak kapana kısılan karakter veya izleyiciden çok, her defasında senaryo oluyor. Neredeyse bütün sahneler kesme(cut) ile birbirine bağlanmış, herhangi bir plan/sekans denemesine girişilmemiş bile. Köpekbalıklarıyla kahramanlarımızın etkileşimi de yok denecek kadar az.

    Bir yerlerde gözünüze popüler tv dizisi “Nip/Tuck”tan Julian McMahon ilişecek ama onu da boş bakışlarla bu filmde ne aradığını çözmeye çalışırken bulacaksınız.

    Hal böyle olunca, böyle bir film hakkında yazmanın da konuşmanın da sınırı çiziliyor. Bait 3D, yukarıda vasat üstü diye andığımız “Deep Blue Sea” gibi kuzenlerinin yanına bile yaklaşamıyor.  Ters rüzgarın etkisiyle kıyıya vurmuş bir enkaz parçası gibi...

    twitter: orkansanci

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top