Dilber?in Sekiz Günü
Yazar: Murat ÖzerBir 'üçleme' yapmanın handikapları saymakla bitmez; bazen üçleme olsun diye yola çıkmadığınız bir projeyi zorlayarak üçleme haline getirirsiniz, bazen üçleme olarak yola çıkıp yarı yolda sıkılıp bırakırsınız (Lars von Trier örneğindeki gibi), bazen üçlemenin yoğun iş trafiği arasında gevşersiniz, bazen de tema bütünlüğünü korumayı beceremezsiniz... Öte yandan bir üçlemeyi bitirip 'tatmin edici' bir sonuca ulaşmanın keyfini sürmek de bir başka olur (sanırız)...
Türkiye'nin üçleme geleneğinin pek de gelişmiş olduğu söylenemez. Lütfi Akad'ın "Gelin", "Düğün" ve "Diyet"le başarıya ulaştığı, Zeki Demirkubuz'unsa 'ikileme' olarak kaldığı bu alanda Semih Kaplanoğlu da şimdilik iki filmle başarılı bir yöne doğru gidiyor gibi görünüyor. Cemal Şan ise kısa sürede çekip bitirdiği ve "Zeynep'in Sekiz Günü"yle başlayan üçlemesinin taşra ayağını oluşturan ikinci filmi "Dilber'in Sekiz Günü"yle başarıya göz kırpıyor. Henüz gösterime girmeyen ama Ankara ve İstanbul film festivallerinde yarışan üçüncü halka "Ali'nin Sekiz Günü"yse Şan'ın "Zeynep"ten sonra yeniden kente dönüşünü işaret ediyor.
Konumuz "Dilber'in Sekiz Günü" olduğuna göre, isterseniz onun üzerine yoğunlaşalım biraz... Sevdiği adamın 'töre gereği' başka bir kadınla evlenmesi üzerine kendini hapseden ve köye gelip kendisini isteyecek ilk adamla evleneceğini söyleyen Dilber karakterinin akıl/duygu ikilemi arasında gelişen serüvenini izliyoruz filmde. Topal bir genç adamın gelip onu istemesi ve ardından beraber kasabaya taşınmalarının ardından ikili arasındaki tanıma/tanışma faslını takip ediyoruz, ki burada yaşanan 'emeği takdir etme' motifinin "Selvi Boylum Al Yazmalım"ı andıran bir yapıyı ortaya koyduğunu söylemek mümkün.
Üçlemesinde çevresine yabancılaşan insanın yazgısını 'temel direk' olarak benimseyen Cemal Şan, birinci ve üçüncü filmlerdeki 'zayıf' karakterlerinin çok uzağında duran bir karakter yaratıyor "Dilber'in Sekiz Günü"nde. Azeri aktris Nesrin Cavadzade'nin bedeninde hayat bulan Dilber, erkekler dünyasında herkese ve her şeye karşı tek başına mücadele eden, sevdasının karşılığını alamamanın getirdiği öfkesini kendisine zarar verebilecek bir noktaya taşıyan, öte yandan verdiği kararın arkasında sonuna kadar durabilecek kadar da 'güçlü' bir kadın karakter olarak var oluyor, varoluşunun ardındaki 'neden'e sahipleniyor. Türkiye sinemasında erkek senaristlerin pek de başarılı olamadığı bir alanda, sağlam kadın karakter yazma konusunda Cemal Şan'ın kalemini takdir etmek kaçınılmaz oluyor bu noktada. İlk kareden son ana kadar karakterinin duygu dünyasına hakim bir görüntü çizen senaryo, onun dünyasındaki çatışma noktalarını da yetkin bir çerçevede ele alıyor, Dilber'i 'efsane' haline getirebilecek hamleler yapıyor.
Türkiye'de kadın olmanın, hele ki taşrada kadın olmanın ne demek olduğu üzerine keskin gözlemler içermesine karşın, bir yandan da 'masalsı' bir atmosferi var filmin. Bir 'ayakta kalma' hikâyesi anlatırken karakterinin geçirdiği aşamaları 'soğuk' bir tavırla yansıtmaktan özenle kaçınan yönetmen, onu 'Pamuk Prenses' gibi görmese de 'bir masal kahramanı' havası taşımasına izin veren bir biçemin takipçisi oluyor. Özellikle iki karakterine biçtiği 'sınırları kaldıran asiler' giysisinin arkasına gizlediği naiflik, bu masalsılığın atardamarı gibi duruyor.
Bu filmi değerlendirirken bir parantez de Nesrin Cavadzade ile Fırat Tanış'a açmak gerekiyor. Dilber'in gücünü hissettiren performansıyla kadın oyuncu sıkıntısı çeken Türkiye sinemasına yeni bir kapı açan Cavadzade'yi bir adım öne çıkarsak da, Fırat Tanış'ın zaman zaman karikatürize olan ama baş karakterin duygusunu açığa çıkarma konusunda önemli olduğunu düşündüğümüz oyunculuğuna da şapka çıkarıyoruz filmi izlerken. Hikâyenin bu iki oyuncuyla birlikte sürekli tırmanan bir grafik çizdiği ise tartışılmayacak bir gerçek.
Sonuç olarak, "Dilber'in Sekiz Günü"nü Cemal Şan'ın üçlemesindeki en sağlam durak olarak görmek gerek. Her haliyle diğer iki filmden kopan ve başlı başına etkili bir yapıya kucak açan bu halka, Dilber karakterini de Türkiye sinemasının kadın karakterler mozaiğinde ayrı bir yere oturtuyor doğal olarak. Onu neredeyse bir 'süper kahraman' olarak görüyor, saygıyla selamlıyoruz!