Annemi Öldürdüm
Yazar: Serdar KökçeoğluXavier Dolan’ın 16 yaşında yazdığı, 20 yaşında başrolü de üstlenerek çektiği ’Annemi Öldürdüm’ 16 yaşındaki gay bir öğrencinin annesiyle olan ölümcül çatışmalarını anlatıyor. Otobiyografik öğeler taşıyan filmin kahramanı Hubert ile yönetmen arasındaki ortaklıklardan biri de genç yaşta, erkenden olgunlaşmış olmaları. 20 yaşında, 40 yıllık usta bir yönetmen gibi kendi imkanlarıyla film yapan Dolan gibi, Hubert de eşcinsel kimliğini ve edebi yeteneklerini genç yaşta fark etmiş olmasına rağmen; annesinin gölgesi altında yaşayan bir öğrenci olmaktan kurtulamıyor. Sevgilisiyle rahatça beraber olabileceği ayrı bir eve çıkma hayali ise otoriter annenin destek vermemesi nedeniyle hayata geçemiyor.
Erken olgunlaşmanın bedeli çok ağır oluyor Hubert için; aynı evi paylaştığı kadınla olan problemleri tüm hayatını derinden etkiliyor. Annesinden neden nefret ettiğini anlamak için yazıyor, kameradan yardım alıyor, ama bu sorunun cevabını kolayca veremiyor. Birlikte yaşamanın hem anne hem de oğul için zorlaştığı, ilişkinin içinden çıkılmaz bir hal aldığı noktada ise; ’sırrın’ ortaya çıkmasıyla ilk temas başlıyor. Erken yaşta hayattan ne istediğini keşfeden, okul ve aile gibi kurumlardan hoşlanmayan Hubert annesiyle otoriteye dayalı bir ilişki kurmak istemiyor. Onu bir insan olarak sevdiğinin farkında ve ancak eşit koşullarda, iyi dost olduklarında bu sevgiyi ortaya çıkarabileceğini biliyor. İki dost olma yolundaki en büyük engel ise paylaşmadığı cinsel tercihi.
Annemi Öldürdüm, zamanında bağımsız filmler festivalinde izleme şansı bulduğumuz Tarnation filmini hatırlatıyor. Jonathan Caouette bu ilk filminde bir akıl hastası olan annesiyle ilişkisini anlatmak için ailesinin 8mm görüntülerini, kendi çektiği videoları ve fotoğrafları paylaşıyordu. Ortaya çıkan iş ise kişisel bir belgeselden çok, avangard bir korku filmine benziyordu. Belgesel ödülleri alan yapım, sinemacının sarsıntılı büyüme hikayesini anlatırken, annesinin ve gay kimliğinin hayatını nasıl şekilendirdiğini de ortaya koyuyordu. Xavier Dolan’ı da genç yaşta kameranın iki yanında ter dökmeye, finansal problemlerle boğuşmaya ikna eden, annesiyle olan problemlerini çözme isteği olmalı. Dolan’ın annesiyle nasıl bir ilişkisi olduğunu bilmiyoruz ama diyalogların gerçekçiliği son derece düşündürücü.
Dolan öncelikle iyi bir yazar, tıpkı Hubert gibi. Filmdeki yalnız öğretmeni farklı bir hayat yaşamaya ikna eden biraz da Hubert’in yazdıkları olsa gerek. Dolan anne ve oğul ilişkisini kurtaracak olanın ’basit’ bir itiraf ve onun getireceği açıklık olduğunu bize hissetirse de, ilişkinin koptuğu noktalarda yeni sorular ortaya atmayı başarıyor. Aynı zamanda serüvenci bir yönetmen olacağının sinyallerini de veriyor. Bir yandan amatör, çiğ bir estetiğe sahip filmi. Uzun planlar, kadraja yandan birilerinin dahil olması gibi durumlar Warhol ve Morrissey’in yaptığı filmlerin ’yeraltı’ estetiğini hatırlatıyor. Öte yandan Dolan, Jarman gibi estetikçilerle olan bağını da hissettirecek şiirsel (loşluğun yarattığı gotik atmosfer gayet etkili) denemeler yapıyor. Kanadalı sinemacının biraz gürültülü olmakla beraber sağlam adımlarla, hatta tekmelerle gelişi Gaspar Noe’yi hatırlattı. Dileriz, filmi seçen taze film şirketi Adrenal, Dolan’ın sonraki filmlerini de buralara getirir.