Hesabım
    Çölde Kutup Ayısı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Çölde Kutup Ayısı

    Çölde Kutup Ayısı

    Yazar: Murat Özer

    Parçalanmış, yıpranmış ya da aşılması güç sorunlarla baş etmeye çalışan ailelerin hayat mücadelesi, daha çok Amerikan bağımsız sineması ürünlerinde karşımıza çıkar. Aile ilişkilerinin 'örseleyici' doğasını hatmetmiş görünen bu türün uygulayıcıları, özellikle karakterler üzerinde yoğunlaşan izlekleriyle seyirciyi bir tür 'özdeşleşme' zorunluluğuna da iterler.

    Belçika semalarından topraklarımıza uğrayıp geçen yılki İstanbul Film Festivali'nde 'en iyi film' seçilen "Çölde Kutup Ayısı" (De Helaasheid der Dingen) da Amerikalı benzerlerinin izinden giden bir çalışma. Amerikan bağımsızlarından bir adım öteye geçip, aile meselesi konusunda daha 'cüretkâr' olduğuysa bir gerçek.

    Bir yazarın (yazar olmaya çalışan bir gencin diyelim) geçmişindeki sancılı aile ilişkileri üzerinden yürüyor filmin hikâyesi. Büyükannesi, babası ve üç amcasıyla aynı evi paylaşan Gunther, içinde bulunduğu Strobbe klanının kuralları (aslında buna kuralsızlık demek daha doğru olur) doğrultusunda sürdürdüğü 'kılçıklı' yaşamından sıyrılmanın hesaplarını yapıyor, daha 13 yaşında olmasına rağmen. Sorumsuzluğu ilke edinmiş dört Strobbe erkeğinin arasında çocukluğunu yaşama hakkını bir türlü elde edemeyen, geleceği konusunda kuşkulara kapılan, bir yandan da çevresindeki 'kakofoni'yi garip bir biçimde seven Gunther'in deneyimleriyle takip ediyoruz hikâyeyi.

    "Çölde Kutup Ayısı" (İstanbul Film Festivali'nde "Şeylerin Boktanlığı" adıyla gösterilmişti), birbirinden eksantrik karakterlerin resmigeçidi biçiminde gelişiyor. Gunther'le başlayan bu resmigeçit, hayata tutunmayı bir türlü başaramamış Strobbe erkekleriyle devam ediyor, nihayetinde de bu erkeklerin ortasında 'evlat sevgisi' motivasyonuyla ayakta kalabilen büyükanneye kadar ulaşıyor. Hikâyenin 'kurban'ı olarak Gunther seçilmiş gibi görünse de, tüm bu karakterlerin birer kurban oldukları apaçık, özellikle de büyükannenin. 'Denge' unsuru kimliğiyle Strobbe erkeklerin göbeğinde duran, olaylara çokça müdahale etmese de gerektiğinde 'belirleyici' olabilen büyükanne, Gunther'in hayatının kırılma noktasında da önemli bir rol üstleniyor.

    Filmin karakterlerin 'çılgın' doğaları üzerinden ilerleyen yapısı, bu çalışmayı koyu bir dramdan komediye kadar genişleyen bir yelpaze içinde değerlendirmemize de yol açıyor. Strobbe'lerin olaylar ve durumlar karşısındaki tepkileri, hikâyeye eğlenceli bir 'kılıf' geçiriyor, yaşananların üstünü belli yerlerde de olsa örtüyor. Ama kimi anlar var ki, bu eğlencenin 'içi kan ağlayan' bir aileyi tarif ettiğini net biçimde görebiliyorsunuz. Örneğin, Gunther'in yatılı okumak istediğini söylediğinde babasından gördüğü tepki, ailenin krılganlığı üzerine keskin ipuçları veriyor bize. Bu durum, tarifi mümkün olmayan bir 'acı' ve 'öfke'nin içine sürüklüyor babayı, sınırlar zorlanıyor, 'gerçeklik' yanıbaşımıza konuşlanıyor, eğlence bitiyor.

    Tam bir 'kaybedenler kulübü' gibi Strobbe ailesi. Ve 'kazanmak' için de hiçbir şey yapmıyorlar, kaybetmeyi alışkanlık haline getirmişler. Böylesi 'arızalı' bir ortamın içinde büyümeye çalışan Gunther'se ister istemez 'merhamet' duygumuzu tetikliyor, her ne kadar o da 'olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar' sergilese de. Kırılması mucize gibi görünen 'kaybeden zinciri'nden kendini kurtarması içinse 'sistem'e sırtını dayaması gerekiyor. Belki onu François Truffaut'nun "400 Darbe"sindeki (Les Quatre Cents Coups) Antoine Doinel karakterine benzetebiliriz. Antoine'ın topluma olan isyanı Gunther'de de var, biraz 'ehlileştirilmiş' olsa da. Antoine, herkese ve her şeye karşıyken, Gunther'in karşı olduğu şeyin dar bir alana sıkıştırıldığını görüyoruz.

    Bir 'büyüme' hikâyesi anlatıyor "Çölde Kutup Ayısı", Gunther'in 'büyümeyi reddeden' Strobbe erkeklerine inatla büyümeye çalışmasını. Ve nihayetinde de büyüyor, deneyimlediği sıkıntıları gelecek kuşakların yaşamaması için elinden geleni yapıyor, 'adam' olmanın ne anlam ifade ettiğini öğrenmiş biçimde. Bu filmi izlerken, hayatın 'gerçek dışı' görünebilecek kadar 'acımasız' olabileceğini de öğreniyoruz, gerçekliğe sıkı sıkıya tutunurken ayaklarını yerden kesebileceğini de. Gunther, bu paradoksun ortasında hayata yelken açmanın ne demek olduğunu gösteriyor bizlere, seçeneksizlik duvarına çarpmışken 'umut ışığı' aramanın beyhude bir çaba olmaktan nasıl sıyrılabileceğini...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top