Hesabım
    Hayat Var
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Hayat Var

    Hayat Var

    Yazar: Murat Özer

    Sinemayı sanat yapmaktan bir an bile olsun vazgeçmeyen ve her adımında bizleri şaşırtan (çarpan) atmosferler yaratmayı sürdüren Reha Erdem, ilk filmi "A Ay"dan bu yana geçen 20 yılı aşkın zaman dilimi içine sıkıştırdığı beş filmiyle 'bağımsız sinema'nın yılmaz neferlerinden biri olduğunu haykırıyor. Türkiye sinemasının belli oranlarda da olsa yurt dışında sesini duyurmasının müsebbibleri arasında 'farklı' bir konuma oturan Erdem, her filmiyle bir öncekini aşan bir 'doygunluk'a ulaştığını son filmi "Hayat Var"la da kanıtlıyor. Tarifi imkânsız bir hikâye anlatma becerisinin ışığında hayat bulan yapım, bir yandan varoluşun bunaltısını yamacımıza getirirken, öte yandan da 'söylenmemesi gerekenler' üzerinden yürüyen bir görüntü çiziyor. Çizilen bu görüntü karşısında bizlerin aldığı pozisyonsa yedinci sanata duyduğumuz saygının yan etkileriyle anlam kazanıyor, keskinleşen bakışımızın kaynaklarından birine dönüşüyor.

    "Hayat Var"ın baş karakteri Hayat, çocukluktan ergenliğe geçme aşamasında bir kızcağız. Anne-babası ayrılmış, balıkçı babası ve yatalak dedesiyle birlikte küçük bir kulübede yaşıyor. Çevresindeki bütün büyüklerin kendisini farklı şekillerde -isteyerek ya da istemeyerek- istismar etmesine karşı 'tepkisiz' görünüyor, onlara ve olanlara yabancılaşarak kendini bir kabuğun içine yerleştiriyor. Çevresinin kötücüllüğü karşısında onun da 'iyi niyetli' olma gibi bir hedefi yok. Bir çıkış noktası arar gibi bir hali de yok ama geleceğinde 'hayat'ın var olup olmayacağına dair bir fikre sahip kılıyor bizi eylemleriyle (ya da eylemsizliğiyle). Kısacası, Türkiye sinemasında pek de örneğine rastlamadığımız bir hikâye ve kahramanla (anti-kahraman demek daha doğru olur) yüzleşiyoruz "Hayat Var"da.

    Reha Erdem, önümüze koyduğu son derece 'acı' yemeği sindirmemiz için fırsat da tanımıyor aslında bize. İki saat boyunca kılçıkları ayıklanmamış bir balığı boğazımızdan geçirmeye çalışıyor ve içimizi kanatıyor, ama zorlamaya da devam ediyor. Bu söylediğimizden olumsuz bir anlam çıkmasın, zira Erdem'in bunu başarıp seyirciyi 'mutsuz' kılmasının ardından gelen 'tatmin' duygusu kelimelerle anlatılacak gibi değil. Ana karakterin çevresinde kümelenen ve akbabalar gibi üzerine üşüşen yan karakterlerin derinliklerine de hakim bir görüntü çizen senaryo, insan denen yaratığın 'çarpık' ruh halini deşifre etmemizi sağlarken, bir yandan da onun taşıdığı 'umut' potansiyelini de es geçmeyen bir yapı kuruyor. Bilinçli bir 'rahatsız edicilik'le başlayıp nihayete eren Hayat'ın serüvenini takip ederken yaşadıklarımız, toplumsal kuralların yerle bir edildiği bir bütünün getirdiği 'isyan'ın da habercisi oluyor. Toplumun 'ayıp' ya da 'günah' diye tanımladığı ve çoğu zaman görmezden geldiği kimi çözümlerin bu filmle dillendirilmesi, yapımın yarattığı 'baldıran' etkisini güçlendiriyor, filmi bir tür 'ağıt' formuna da kavuşturuyor.

    Reha Erdem'in önceki filmi "Beş Vakit"te de izlediğimiz genç aktris Elit İşcan'ın geleceğin yıldızları arasına gireceğinin garantisi gibi görünen performansı, "Hayat Var"ı baştan sona sürüklüyor, zenginleştiriyor. Onun 'masumiyet'in insan formuna bürünmüş görüntüsünün ardında yatan anlamlarla da değerleniyor bu 'kanayan yara' tadında film. Yarayı deştikçe deşen, tam kapanacakken yeniden acımasızca darbesini indiren Reha Erdem, Elit İşcan'ın karakterinin derinleşip performansının zirve yapmasında büyük pay sahibi kuşkusuz. Karakterin iki saate yayılan ve filmin neredeyse her sahnesine sinen yalnızlığını kusursuzca veren İşcan, yönetmenin tercihlerinin arkasındaki 'anlam'ın dört dörtlük bir yansıması oluyor sonuç olarak. Diğer oyuncuların da hikâyeye çok şeyler kattıklarını düşündüğümüz "Hayat Var"da, özellikle babayı canlandıran Erdal Beşikçioğlu'nun karakterindeki gelgitlerin üstesinden ustaca geldiğini söyleyebiliriz. 'Sorumlu' ve 'sorunlu' olmak gibi iki sınırlayıcı kavramı bünyesinde barındıran baba karakteri, Beşikçioğlu'nun oyunculuğuyla 'kilit' anlamlara gebe bir görüntü çiziyor ve Hayat'ın yazgısının belirleyicileri arasında bir adım öne çıkıyor.

    Bu filmi 'özel' kılan elemanlardan biri de ses tasarımı kuşkusuz. Türkiye sinemasında benzerini görmediğimiz bu çalışma, sesi de adeta bir karakter gibi kullanarak filmi güçlendiriyor. Karakterin yabancılaşması atmosfer sesleriyle de destekleniyor, hatta sadece seslerle bir hikâye anlatılıyor da denebilir. Buna eşlik eden müziklerse tam anlamıyla yabancılaşmanın hasını yaşatıyor. Orhan Gencebay'ın "Aklım Takıldı" şarkısının kullanımı, bizleri binlerce soruyla baş başa bırakarak nedensellik çukuruna atıyor ve oradan çıkmamıza imkân tanımıyor. Hayat'ın elindeki bebeğin söylediği ve filmin İngilizce adı olan 'My Only Sunshine" da tekrarlarıyla hikâyenin çıkışsızlığını vurgulama işlevi üstleniyor. Öte yandan sinematografik olarak da gücünü hissettiren bir film "Hayat Var". Boğazda çekilmiş sahneler ve özellikle de final sahnesi, dudak uçuklatacak bir mükemmeliyetin habercisi gibi. Son sahnede yaratılan atmosferin destansı bir görsellik taşıdığını, bir tür 'hayatla düello' havasına sahip olduğunu ve antolojilere geçeceğini söylemekse yanlış olmaz sanırız.

    Sinemamız için 'yeni bir kapı' açacağına inandığımız "Hayat Var", Antalya Altın Portakal Film Festivali jürisi tarafından pek sevilmemiş ve herhangi bir ödüle değer bulunmamıştı. Buna karşın, festivaldeki SİYAD Jürisi tarafından 'en iyi film' seçilmiş ve özellikle eleştirmenlerin gözdesi olmuştu. Seyirciye hazmı zor bir iki saat sunan Reha Erdem, 'şirin' görünme kaygısı taşımadan ve hiçbir şekilde taviz vermeden hayata geçirdiği çalışmasıyla sapına kadar sinema yapmaya devam edeceğini ve özellikle hikâye anlatımında denemeyi sürdüreceğini işaret ediyor burada. Bu denemelerin nefessiz bırakma riskine karşın, has sinemaseverlerin takipten vazgeçmeyecekleri de bir gerçek...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top