Vazgeçmem senden, sen vazgeçene kadar!
Yazar: Banu BozdemirVazgeçmem Senden / Celeste and Jesse Forever lise arkadaşlığından dostluğa, oradan erken yaşta evliliğe, boşanmaya ve sonra da dost olmaya giden yolda bir çiftin gelgitlerini anlatıyor. Celeste ve Jesse konusunda filmin tavrını erkekten yana koyduğunu düşünüyorum. Yani ilk başta Celeste’e ‘ayakları üzerinde durabilen güçlü kadın’ imajı çizen, aslında iki taraf içinde kafası karışık bir durum çiziyormuş gibi gösterse de hakkını erkek tarafında kullanıyor.
Uzun süren ilişkilerin en sancılı tarafı bittikten sonra belirlenmeye çalışılan tavır galiba! Bir zamanlar aşık olduğunuz, sonrasında ağırlığını yitirmiş aşk duygusunun verdiği genelliği kabullenemeyip ‘dost musun düşman mı’ şeklinde akıp giden bir duygular silsilesinin esiri olan insanların güzel bir tasviri Vazgeçmem Senden
Jesse ve Celeste her şeyin ötesinde çok iyi anlaşan bir çift, yılların getirdiği beraber yaratılmış espriler var hayatlarında. Celeste ilk başta daha güçlü tavırlar sergiliyor ayrılık konusunda, ona göre ilişkinin sonu gelmiş. Jesse ise daha oluruna bırakıyor, 'ne olursa kabulüm' durumu var onun da ruh halinde. Film fazla dallanıp budaklanmıyor, araya başka insanları soksa da gözümüzü Jesse ve Celeste üzerinden fazlaca ayırmamıza izin vermiyor. Gelelim filmin erkek tarafını kayıran tarafına. Celeste Jesse’yi konuk evine atan, işinde başarılı, makul ve güçlü bir kadın imajı çizerken, bir anda Jesse’nin kaçamak ilişkisinden baba olacağı fikrini de ortaya atıveriyor. O andan itibaren filmde güç dengeleri değişiveriyor ve Celeste bir anda Bridget Jones’un Günlüğü (Bridget Jones's Diary)’un Bridget’e dönüşüyor. Jesse ise bayrak yarışında öne geçiyor, baba olacağı ve kendisini ilk defa işe yarıyor olarak göreceği için! O yüzden Celeste’e Kadının Fendi (Made in Dagenham) gibi bir başkaldırı durumunun uygun olacağını düşündüm o andan itibaren. Hele de eski kocasını evlendirirken, herkesten uzakta yaşlı gözlerle herkes için mutlu ama kendisi için trajik olan olayı izlerken! Gücü sınayan, kimi zaman aşağı çeken, kimi zaman da yükselten bir algısı var filmin ama eninde sonunda romantik olmaya çalışan bir komedi! Yani fazla felsefe yapmaya gerek yok, hayatın içindeki iki yoldan birine sapıyor.
Bu tarz filmlerde genelde dram ve komedi başa baş gider, hatta birbirini kovalar. Bu filmde de formül şaşmıyor. Her türlü şaşırtmaca anlarına rağmen film kendince doğru bulduğu bir yolla sonlanıyor ki ‘dürüst’ davranmak konusunda zorlamaya başvurduğuna karar veriyorum.
Bu filmle birlikte son zamanlarda izlediğim filmlerde dikkatimi çeken bir tespiti de yapmak isterim. Erkek karakterlerin parlak, yani yakışıklı olmamalarına rağmen, kadınlar karşısında uzayıp giden karizma ve güven hallerinin fazlasıyla dikkatimi çektiğini belirteyim. Aşkın Ömrü 3 Yıldır (L' Amour dure trois ans)’daki Gaspar Proust, Hayalimdeki Aşk (Ruby Sparks)’taki Paul Dano ve bu filmdeki Andy Samberg diye uzuyor liste... Bunu da yeri gelmişken not düşmek istedim.
!F İstanbul’dan vizyona taşınan film Lee Toland Krieger’in December Ends ve The Vicious Kind’den sonraki üçüncü metrajı. Filmin ilişkilerdeki iktidar ilişkisine, inatlaşma ve karşısındaki duygusal olarak ezmelere dair bir söylemi var. Bunu dediğim gibi güç dengelerini bozarak, hatta kadın karakteri biraz fazla öteleyerek yapıyor. Temposu yerinde, oyunculukları iyi ama bol filmli haftada orta karar bir yer teşkil ediyor.
twitter.com/BanuBozdemir