Hesabım
    Açlık Oyunları
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Açlık Oyunları
    Yazar: Kaan Karsan

    Arada bir görünüp sonra yeniden kaybolan yönetmenler kuşağından Gary Ross , kendisinin ilk ve en iyi filmi olan Yaşamın Renkleri (Pleasantville) ile çok uzaklardan akraba olan bir distopyayla geri döneceğini açıkladığında heyecanlanmamak pek de mümkün değildi. Harry Potter ve Twilight gibi genç kuşağı etkisi altına alan popüler edebiyat uyarlamalarının ucuna yeni eklenen Açlık Oyunları (The Hunger Games)'in ‘bestseller romanlar' raflarından sinema perdesine taşınıyor olması, kitabın geniş hayran kitlesi kadar Gary Ross'un kısacık ama etkileyici yazar-yönetmenlik filmografisine aşina olan sinema seyircisini de cezbetmeyi başarmıştı. Sonuç olarak sezonun ilk blockbuster'larından biri olan Hunger Games, dünya çapında dikkate değer bir gürültü koparmayı ihmal etmeden sinema salonlarını ziyaret ediyor bu hafta.

    Kendi kuralları ve sistemi olan bir ülkede, distopik bir yakın gelecekteyiz. 12 eyaletten oluşan ve bir modernitenin karanlık yüzüne ışık tutan Panem adlı bu ülkede, "açlık oyunları" adında geleneksel ve ölümcül bir yarışma yapılıyor. Her eyaletten bu yarışmaya katılacak ve kura ile belirlenecek olan bir kız ile bir oğlan, geriye yalnızca bir kişi kalana kadar birbirlerini katletmek ve hayatta kalma içgüdüsüne büsbütün bağlanmak zorundalar. Sınıfsal farklılıklar, toplumsal çatışmalar ile iyiden iyiye silikleşen sosyal devlet yapısının şekil değiştirerek çoktan modern bir faşizme evrimleştiği ülke topraklarında alt ve üst tabakanın farklı nedenlerle bel bağladığı "açlık oyunları", korku dolu bir toplumun boynu bükük itaatkarlığını ölümün gölgesinde muhafaza ediyor.

    Gary Ross'un özellikle filmin ilk yirmi dakikasında yarattığı ve distopya sözcüğünün hakkını veren tekinsiz anlatım dili ile birlikte Açlık Oyunları, izleyicisini kısa sürede avucuna almayı başarıyor. Acıyla yoğrulduktan sonra korkuyla doldurulmuş sıradan insanların kıtlık içerisinde, zorlukla nefes aldıklarını, şık ve etkileyici bir şekilde perdede görebiliyoruz. Yaşadığımız bu kısa süreli çarpılma hissiyatı ise, filme başladığımız kaotik, kasvetli ve bu nedenle sinema açısından cazibeli ‘district 12'den aktarmasız bir seyahatle ulaştığımız ve sıradan fütürizmiyle filmin görselliğini plastik bir biçimde makyajlayan Capitol şehrinin görselliğiyle birlikte azalmaya başlıyor. Şehrin milyon dolarlar harcanarak kotarılan mekan tasarımları kanadındaki bu tembelliği, Gary Ross'un filmin geri kalanında da ne tip hatalar yapacağının ipuçlarını veriyor.

    Şunu son derece makul bir ön kabul ile özümseyelim ki Gary Ross'un önünde romanın yazarı Suzanne Collins'in sahip olduğu kadar bir hareket alanı yok. Bu nedenle öykü akışındaki bazı karakterlerin hikayeye dahil edilme sürecinde filmin yaklaşık iki buçuk saatlik süresine rağmen büyük sıkıntılar yatıyor. En net sezilebilen örneği vermek gerekirse, Woody Harrelson'ın sarhoş, hovarda ve umarsız bir giriş yapan ‘mentor' karakteri, hiçbir girdaba girmeden bir anda dünya tatlısı, anlayışlı bir insana dönüşüveriyor. Filmin karakterler konusunda yaşadığı sıkıntılar nedeniyle dramatik yapıyı sağlayacak olan aşk üçgenini de hislendirebilir bir şekilde kurmadığı söylenebilir.

    Filmin içerisindeki bir diğer büyük problem ise, tüm gücünü içerdiği vahşet fikrinden alan bir öykünün bu vahşeti bir türlü hissettirmemesi. Öyle ki yıllardır ‘açlık oyunları'nı izleyerek şiddeti ötelemeyi başaran ülke halkından daha farklı hissedemiyor ve bir yarış atı tutar gibi baş karakterimizi destekliyoruz. Dipsiz bir ıssızlıkta ‘last man standing' oynamaya mahkum edilen açlık oyunları yarışmacılarımız, mevzunun derin gerilimini yansıtmakta sorunlar yaşıyorlar. Buna etkiyen en önemli tercih ise elbette ki filmin yapımcılarından kaynaklı... Zira fikir bazında kanın gövdeyi götürdüğü bir ortam olarak tasvir edilen yarışmada rastlayabildiğimiz en ‘gore' öğe, apifobisi olan sinemaseverlerden başka kimseyi içten bir şekilde etkileyemeyecek gibi görünüyor.

    Şunu baştan söyleyelim ki kitabın edebi niteliklerinden çok sürükleyiciliğine vurulan okurları, Hunger Games'den epeyce mutlu ayrılacak. Zaten sinemasal anlamda birçok sıkıntısı olan bu filmin en büyük kozu da bir an olsun yavaşlamayan temposu... Yaşadığımız hayal kırıklığı ise, Gary Ross'un daha geniş bir vizyonla yola çıkmamasından ileri geliyor. Bu da ortaya, sevabından çok günahı olan; yaralamış gibi hissettirse de unutulacak bir seyirliği ortaya çıkarıyor.

    kaankarsan@gmail.com

    twitter.com/kkarsan

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top