Suçun derinliğine inmeyen stilize bir polisiye!
Yazar: Serdar KökçeoğluMuamma içeren bir suça yer veren ‘polisiye' türü ile, suçla ilişkiye giren karakterler içeren ‘suç' türü arasında kesin bir ayrım yapmak çok kolay değil. Sinema söz konusu olduğunda, birine yakın duran bir film, diğerine de uzak düşmüyor. Fakat polisiye filmler, tür sineması örneği olduğundan, türe özgü şemaları ve klişeleri bir kural gibi benimseyebiliyor. Başta Fransız ve Amerikan sinemalarında olmak üzere, dünyanın hemen her yerinde polisiyeye pabucunu ters giydiren filmler yapılmış olsa da, polisiye türü aslında formülleri kolay olmayan, ustalık isteyen bir matematiğe dayanır. Suç filmlerinin ise kesin olan bir tane kuralı vardır: Yasa ve kanunlara olan bağlılığını ve uyumunu yitirmeye başlayan özne zorunluluğu.
Filmlerde söz konusu olan adi bir hırsızlık da olabilir, bir şirket yolsuzluğu da. Suç filmleri klişe, kural ve kanun tanımaz. Fakat iyi bir suç filmi, söz konusu suçluların izleyici üzerinde yarattığı etki ile oynar ve izleyicinin genel yargılardan uzaklaşarak, suça ve suçlulara daha derinlikli bir şekilde bakmasını sağlar. Tabii ki bunu yapmayan her suç filmi kötü olacak diye bir şey yok. Aynı şeyi polisiye türü için de söyleyebiliriz. Öyle olsaydı, nihayet ele almaya başladığımız Bir Mafya Hikayesi (Les Lyonnais)'nin bütünüyle kötü bir film olduğunu söylememiz gerekirdi. Aslında stilize, cool ama aynı ölçüde yüzeysel bir film. Stilize, cool ve yüzeysel olmayan film çok az değil mi, bu arada?
Bir Mafya Hikayesi, ‘Lyon Çetesi' adı altında 70'li yıllarda şehir eşkiyalığı yapmış Momon'un eski hızlı ve tehlikeli günlere geri dönüşünü anlatıyor. Bugün artık torun sevecek yaşa gelmiş olan ve eşiyle mutlu ve konforlu bir hayatı olan Mormon'u yeniden suç dünyasına çeken, demir parmaklıkların arkasına alınan Serge Suttel oluyor. Biri dışarıda bir içeride olmuyor. Momon ve Suttel çocuk yaşlarda tanışıp yasak elmayı beraber dişlemiş, pek çok kez aynı duvara işemiş iki yakın arkadaş. Arkadaşlıklarının ürünü olan Lyon Çetesi çökünce yolları ayrılmış ayrılmasına ama, Suttel'in tutuklanması Momon'un içine oturuyor. Eski tüfekler genç kuşaktan birilerini yanına alıp önce Suttel'i polisin elinden alıyor sonra ise Suttel'in kişisel belalarını teker teker domino taşı gibi indiriyor.
Temelde, suç dünyasının kaygan temelleri üzerinde güçlü bir arkadaşlığın kurulup kurulamayacağını sorgulayan Bir Mafya Hikayesi'nin sorusu da bu arkadaşlık aslında. Momon'un yıllardır görmediği arkadaşı için kendisini ve ailesini neden tehlikeye attığı sorusu film boyunca zihinleri meşgul ediyor. Ve finalde bütün arkadaşlığı gözden geçirmemize sebep olacak, demir leblebi tadında bir gerçek bekliyor bizi. Doğrusu finali açık etmeden, ağzımızdaki baklayı çıkarmadan bir yorum yapmak kolay değil; ama belirtmekte fayda var: ‘suç dünyasında her şey yalanmış dolanmış' türünden bir son söz doyurucu olmuyor.
Polisiye türü konusunda uzmanlaşmış bir yönetmenin imzasını taşıyan Bir Mafya Hikayesi'nin yüzeysel bir polisiye olduğundan bahsetmiştik. Bunun en büyük nedeni, gerçek olaylardan ilham almış olmasına rağmen karakterlerini tek boyutlu olmaktan bir türlü kurtaramıyor olması. Mormon'un hayatı boyunca suç dünyasına dönmeyi beklemiş gibi, bir anda gizlenmelere ve silahlara alışmasına bir türlü ikna olamıyoruz. Bizimle iletişim kurmayı filmin başındaki itirafın ardından kesiyor ve bir aksiyon yıldızına dönüşüyor karakter. Ayrıca Suttel'in trajik bir şekilde ahlaki olarak yargılanması da anlaşılır değil, en azından neden yıllarca kalleşlik yaptığını, pişman olup olmadığını bilebilseydik. İşte bunlar ve benzer sorular ortaya güçlü bir suç filmi çıkmasını engelliyor.
Başa dönersek, iyi suç filmleri aynı zamanda sıradan insanın suç dünyasına kayışını ve oradan çıkma çabasını, sıradanlığa dönüşünü ustaca gösteren filmlerdir. Bir Mafya Hikayesi, fazlalıklarından arındırılmış bir film, geçmişe ve bugüne dair en önemli anları takip ediyoruz paralel kurguyla. Aksiyon bölümleri de gayet iyi çekilmiş, meraklısını heyecanlandıracaktır. Ama fazlalıklar kağıt üstünde temizlendikten sonra, geriye davası belli olmayan bir silah arkadaşlığı, ve dostluk adına anlamsızca işlenen cinayetler kalıyor. Her şey, ‘bu alemde kimse kimseye dost olmaz' demek için miydi?
Suç kavramı, bugünün dünyasını anlamak için anahtar kavramlardan biri. Hem içeride hem de dışarıda. Bu nedenle galiba gerçek olayları stilize bir şekilde kurguya dönüştüren filmlerle birlikte, sahici suç filmlerine de ihtiyacımız var. BBC'nin bu sene gerçekleştirdiği dört bölümlük mini drama ‘One Night' iyi bir örnek mesela. Kendi kardeşlerine bakmak zorunda kalan 13 yaşında bir çocuğun, bir çetenin zoruyla ırkçı bir cinayet işlediği bir günün hikâyesini, olayın içindeki dört farklı kişinin gözünden anlatıyor. Her bölümde başa dönüp bir başka kişinin gözünden izliyoruz trajik olayları. Sınıfsal meseleler, hoşgörüsüzlük ve şiddet hastalığı esaslı bir şekilde masaya yatırılıyor.