Umut
Yazar: Melis ZararsızDaha önce Maskeli Beşler'in yönetmeni ve senaristi olarak adını duyduğum için Murat Aslan'ın bir dram yazdığını ve yönettiğini duymak benim için şaşırtıcıydı. Ama ne dram!
Film gerçekten çekim açıları ile, müziği ile, mekanları ile şaşırtıcı derecede iyi ve izleyiciyi kendine çeken, merak ettiren bir yapıda başladı. Bir o kadar da ciddi bir sanat filmi tadı alındı ilk dakikalarında. Fasulye adlı filmden ve birtakım TV dizilerinden tanıdığımız Selim Erdoğan ise iyi bir seçim, böyle bir dramda başrol olmak için.
Film yaban ellerde hapis yatmış, yıllar sonra köyüne gelmiş ama hastalıklarla, ölümlerle karşılaşmış ve oğluyla yakınlaşmaya çalışan bir babayı tanıtıyor bize önce ve buraya kadar her şey akıcı ve merak uyandırıcı aslında.
Yılmaz isimli bu fedakar babanın, oğlunun hastalığı dolayısıyla, onunla İstanbul'a adım atmasıyla, film birden tarz, mod, dünya değiştiriyor adeta. Film, Zafer Algöz'ün ortaya çıkması ve fona Taksim'i almasıyla, renkli bir komedi filmine dönüşüyor. Espriler gırla gidiyor, bir an için hastalıkları ölümleri unutuyoruz Yılmaz'la birlikte. Yeni bir kadınla tanışılıyor, barlar, cazlar, Taksim'in arka sokakları, Türk Sanat Müziği. Neredeyse, zamanın Türk filmleriyle dalga geçen "Arabesk" filmini hatırlıyoruz. Köyde başlayan o sanat filmi tadı birdenbire kayboluveriyor ve film, "klasik bir Yeşilçam'mış bu?" düşüncesiyle baş başa bırakıyor bizi. Sonra Taksim sokaklarına ve bu renkli komediye, dram sızmaya başlıyor. Ama ne dram.
Hasta çocuk, bir türlü başı beladan kurtulmayan kadın karakter, otel odalarında, Eşkıya filminden apartılmış, yalnızlıklarıyla yüzleşen yaşlılar ve elbette çıkmazlar içinde bir baba. İnsanız, gözlerimiz doluyor. Hatta, düpedüz ağlıyoruz.
Fakat bir süre sonra, bazı şeylerin, "fazla Türk filmi olması" devreye giriyor. Keder, sonsuz şanssızlıklar, herkesin ellerinin kollarının bağlı oluşu, mantıksız olaylara kimsenin bir dur demeyişi ve en kötülerin hep başrol oyuncumuzun başına gelişleri, normalde tıp dünyasında asla yaşanmayacak olayların çok normalmiş gibi kabul görmesi, haddini aşıyor bir noktadan sonra... Evet ağlıyoruz, insanız, ama bir yandan da diyoruz ki, gene sömürüldüm. Evet, gene aynı klasik: bir duygu sömürüsü geleneği.
Babam ve Oğlum'a, "özellikle düşünülmüş bir duygu sömürüsü", "ağlama garantili film" gibi eleştiriler gelmişti. Umut, Babam ve Oğlum'u kurtarıyor ve tüm bu eleştirileri kendi üzerine almakta bir sakınca görmüyor. Bu kadar da olmaz ki dedirtiyor, seyirci, altyazı ile, "bu bir Türk filmidir, alıcınızın ayarlarıyla, gözlerinizin yaşlarıyla oynamayınız" uyarısını bekliyor adeta. Bir Umut'la izlenmeye başlanan film, sonunda, Türk filmi klişesi bitmeyecek mi, umutsuzluğuyla baş başa bırakıyor bizi ve geriye sadece, 6-7 yaşlarında olduğunu düşündüğüm küçük oyuncunun ne kadar başarılı olduğunu düşünmek kalıyor. Ağlama garantili!