Bir kuşak yiterken...
Yazar: Ali Ulvi UyanıkOnlar, güvenli ve sorunsuz hayatlarının konforunu reddederek dünyanın kendilerine göre uzak bir bölgesindeki kirli savaşı; Vietnam'da masum halka yaşatılan cehennemi protesto ettiler... Kendi devletlerinin terörüne karşı çıktılar; karşılığında yoğun şiddet gördüler. Eyleme geçtiler; ancak hata yaptılar, ölüme sebebiyet verdiler. 1970'lerin hemen başında, genç birer aktivist olarak FBI'ın arananlar listesine girdiler... Yıllar geçmesine rağmen yakalanamadılar.
Onların adaletsizliğe ve sömürüye başkaldırısı, Türkiye'deki aynı idealleri paylaşan gönüldaşlarının yakalanıp idam edilmeleriyle sonuçlandı (üstelik şiddete bulaşmamışlardı). Devlet asla unutmuyor ve affetmiyordu! FBI dosyaları da her an yeniden açılabilirdi. Nitekim yaklaşık kırk yıl sonra, belki vicdanının sesini daha fazla bastıramadığı, belki de çocuğu artık büyüdüğü için, eski örgüt üyesi bir kadın, Sharon Solarz (Susan Sarandon) teslim oldu. Onun teslim olması, bugüne dek ustaca gizlenmiş ya da kaçmayı başarmış diğerlerinin hayatlarında da köklü değişikliklere yol açacak gelişmeleri tetikledi. Sadece onların değil, acar/ araştırmacı yerel gazeteci Ben Shepard'ın da (Shia LaBeouf) dünyaya bakış açısı ve bilinç düzeyi değişime uğradı. Ben, gizli kimliğini ortaya çıkarıp kaçmasına, daha doğrusu bir yolculuğa çıkmasına neden olduğu avukat Jim Grant'i, asıl adıyla Nick Sloan'ı (Robert Redford) takip ederken, o kuşağın kalp atışlarını hissetti.
Bağımsız Sinema'nın öncülerinden, çevre sorunları konusunda çalışan sorumlu dünya vatandaşı, yapımcı-yönetmen-aktör Robert Redford, Neil Gordon'un kitabından uyarlanan filminde, geçmişle hesaplaşmasını gerçekte tamamlayamamış bir kuşağın hâletiruhiyesinin izini sürüyor. Bir kez daha bir araya gelmesi mümkün olmayan üç oyuncu kuşağını buluşturması ise oldukça anlamlı. Çünkü dünya 60'lardan, 70'lerden bu yana daha iyiye gitmedi; bilakis, devletlerin birbirlerine, vatandaşlarına ve bireylerin çevrelerine, ailelerine uyguladığı şiddet çılgınlık evresinde... Redford, şiddete karşı çıkma duyarlığının yeni kuşaklar nezdinde de çok yüksek olması gerektiğine işaret ediyor.
Geç evlenmiş, karısı kazada ölmüş ve şimdi, yakalanarak 11 yaşındaki kızından da ayrılmak istemeyen Jim Grant'ın, gerçeği ortaya çıkarmak için çıktığı yolculukta uğradığı duraklarda, eski arkadaşlarının geçmişe dair yaklaşımları bizlere tanıdık geliyor. Kimi, rahat konumunda Jim gibi bir eski anıyı görmekten rahatsız oluyor... Kimi de, eski günlerin hatırına Jim'e yardım ediyor. Yönetmen Redford, sürprizleri de olan, fakat bu sürprizleri dalgalandırıcı biçimde kullanmaktan kaçındığı filminde, klâsından zerre ödün vermeden, bu bir tür yol hikâyesinde, savaşları ve terörü yaratmamalarına rağmen terörist olarak damgalanan eski kuşaktan dostların 'iç mahkemelerine' de uğruyor; her kuşaktan seyircinin de farklı noktalardan öyküye bağlanmasını sağlıyor.
Özellikle, orta yaşlarını süren seyircinin canlanan sinema anılarındaki 'gerçek yıldız'lardan biri, 1960'lardaki bohem 'swinging London' mefhumunun simgesi Julie Christie'yi (1941 doğumlu), fikirleri hiç değişmemiş inatçı bir eski eylemci rolünde görmek az şey mi?
Ve 1950'lerin Cadı Avı dönemindeki bir sorguda arkadaşlarını ele verdiği için ağır eleştirilere uğrayan büyük yönetmen Elia Kazan'ı, onur ödülü aldığı 1999 Oscar Töreni'nde bu nedenle alkışlamayıp ellerini kavuşturan Nick Nolte'yi, dik duran kişiliğine yakışan bir rolde görmek kaçırılmaz.
Ve de, bugünlerde Türk hukümetinin hazmetmediği, fakat özgürlüklerin savunucusu politik duruşuyla her daim etkin olan Susan Sarandon'ın Shia LaBeouf ile karşılıklı oynadığı ve karakterlerinin ötesinde, iki farklı kuşak oyuncu arasında da geçebilecek konuşmaların tadına varmak gerek.
Daha önce, mesela Sürücü (Drive) ve Sadece Tanrı Affeder (Only God Forgives) filmlerindeki çalışmalarıyla insan ruhunun derinliklerini keşfe çıkan besteci Cliff Martinez'in, filmin kalitesini tamamlayan ve asla öne fırlamayan müziklerinin altını çizerim.