Elveda Las Vegas'i dün akşam izledim. Çok seneler önce kaybettiğim yakın bir arkadaşımın en sevdiği filmdi ve bana çok bahsetmişti, onu anmak adına izledim. Çok beğendim Elveda Las Vegas'ı. Alkolik, işini ve ailesini kaybetmiş, ama içi garip bir neşeyle dolu bir adamla las vegas'ta fahişelik yaparak çalışan bir kadının yollarının kesişmesini anlatıyor film. Daha doğrusu, kronolojik akış böyle. Ancak; filmi izledikçe, kronolojik akışın sadece konuyu anlamak için bir bahane olduğunu, yaşanan hislerin ve duyguların aktarılması için bahane edildiğini görüyoruz; film kasıtlı olarak, yönetmen Mike Figgis'in kendi müzik çalışmasının ve bol bol seçilmiş caz parçalarıyla, bol bol kısa sekansların bulunduğu yani bir şekilde durağanlığı bırakıp hareketli kısa görüntülerin geçtiği, filmin duygusuna zıt gibi görünen bir hareketlilik hissinin verildiği, ritmik, bol diyaloglu bir eser olarak sürüyor ve ortaya gerçekten çok etkileyici bir duygu yoğunluğu çıkıyor. Adamın neden ölmek istediğini, neden böylesine ölümüne içtiğini anlayamıyoruz ve anlamak için önümüze konan kırıntılar bir türlü bizde net bir bilgi oluşturmuyor. Bunu yönetmen neden yapıyor? Burada Haneke'nin şu sözünü hatırlamak iyi olabilir: hollywood ürünü iki saatlik bir filmde insan davranışlarına dair ortaya konan sebepler ve gerekçeler seyirciyi aldatmak, kandırmak ve film sonunda rahatlatmak için ortaya sürülmüş yalanlardır. Seyirciler 2 saat boyunca gerilir ve film sonunda rahatlatılarak, sorunların çözüldüğü, aile kavramının mesela yeniden güçlendirildiği gibi bir alt metinle veya mesajla huzur içerisinde sinemadan gönderilir. Bu yüzden Haneke filmleri aslında sonu olmayan filmlerdir. Aynı şekilde Elveda Las Vegas'ta da seyirci rahatlatılmıyor, sorunlar çözülmüyor ve rahatlama duygusuyla filmi bırakamıyoruz. O halde yönetmen izlediğimiz insanların sorunlarının köklerinin dışarda, mesela las vegas'ın ışıklı, renkli güzel dünyasında baksak da göremediğimiz bir şekilde var olduğunu, ve bunun sürüp gittiğini, bazen ve belki de her daim insanların sorunların üstesinden gelemeden yaşamaya ve hayatta kalmaya çalışan canlılar olduğunu söylüyor, belki de sorunların kendisi bu ışıltılı, şiddet ve adilik dolu, güçlü olanların haklı olduğu ve yaşamayı başardığı dünyanın kendisidir demek istiyor. Film boyunca karşımıza çıkan tipik, kaba, klasik insanların dolup taştığı bir dünyada duygularının yıpranmışlığı sebebiyle yaşayamayan ya da yaşamayı kasıtlı olarak seçmeyen insanların bir aradalığında tutunacak tek şeyin sevgi olduğunun hissettirilmesi ve bu sevginin hiç birşeye yetmemesi hakikaten can acıtıyor. Yönetmen belki de adamın sorununun ne olduğunu anlamamızı değil, onun hislerinin ne olduğunu, acısının nasıl bir acı olduğunu anlamamızı ve onu seven kadının yaptığını yapmamızı istiyor, yani empati kurmamızı. Bir anlamda magazinel olanı bir kenara koyarak davranışların sebebini öğrenmemiz değil, hislerin gerçekliğini tecrübe etmemiz isteniyor ve yönetmen Figgis aynen Stefan Zweig hikayelerinde olduğu gibi, "insan duygularıdır ve insan yaralarıyla hisseder" demek istiyor, belki de. Kendi adıma artık sevdiğim 20 film arasında görüyorum Elveda Las Vegas'ı. mutlaka izlemelisiniz.