Pandora?nın Kutusu
Yazar: Zafer İlbarsPandora'nın Kutusu ilk bakışta bir aile dramı gibi tarif edilebilecek bir film. Ama aslında aileyi oluşturan kişileri tek tek ele alınca günümüz toplumunda modernizme ayak uydurmaya çalışan, bunu gerçekleştirme çabasındayken arada sıkışıp kalan toplumun bir hikayesini görüyoruz. Aile, toplumumuzu; sıkıntıları da toplumumuzun sıkıntılarını resmediyor.
Önceki filmlerinde daha siyasi bir çizgisi olan yönetmen, bu filmde tamamen insani durumlara odaklanmış vaziyette. Tabii bu söylemimiz siyasi çizgisi olan filmlerinin insani boyutta ihmal edilmiş filmler olduğu anlamına gelmiyor. Diğer Yeşim Ustaoğlu filmleriyle ortak olan noktalar da göze çarpıyor ki bunların başında dil bütünlüğü ve yönetmenin yine evrensel bir temanın peşinde koşuyor olması geliyor.
Yabancılaşma ve yalnızlaşmayı son derece sade ama aynı oranda çarpıcı bir şekilde anlatan film, orta sınıfa mensup fertlerden oluşan bir ailenin farkında olmadıkları köşeye sıkışmışlık hallerini inceliyor. Bu sıkışmışlıkla yüzleşmeye başladıkları anda Pandora'nın Kutusu açılıyor. Hiçbir şeyi doğru düzgün açıklayamayan, iletişim fiyaskosu yaşayan, etkileşimsizlik içerisinde savrulup giden, tıkanmış yaşamlarıyla yüzleşmek zorunda olduklarının bile farkına varamayan insanlar bunlar. Çözümsüzlük içerisinde yalpalayıp duruyorlar.
Bir cendereye sıkıştırıp hayatını kontrol altına almak istediği oğlunu çarpık bir ilgiyle bunaltan, bu şekilde hem kendi hayatını hem de oğlunun hayatını buhrana çevirdiğini fark edemeyen ailenin büyük kızı. Yüzeysel bir aşk ilişkisinin kapanına sıkışıp, zorla bağlanma arzusu hissetmek istediği erkeğe tüm enerjisini, sinirini, vaktini harcayan ortanca kız çocuğu. Ve her şeye kayıtsız kalmış, dünyayı umursamayan, negatif, boşlukta sallanan erkek kardeşleri.
Biri rahatsız edici boyutta bir ilgiyle oğlunu sıkarken, diğeri nafile ve çapraşık bir ilişkide hastalıklı bir ilişkiye girdiği erkeğin ağzından çıkacak laflara endekslenmiş bir hayat yaşarken, yaşlı annelerini içine düştükleri bu anlamsız ve sonuçsuz yoğunluktan ötürü unutmuş ve uzak bir kasabada yalnızlığa terk etmiş haldeler. Bu oldukça dramatik bir ironi tabii. Erkek çocuk zaten kayıtsızlığıyla boşlukta sallanıyor. Büyük kızın ergenlik çağındaki oğlunun ise böylesi bir aile manzarasından bunalarak çareyi evden kaçmakta bulması elbette ki doğal bir çözüm oluyor.
Her şey annenin Alzheimer'a yakalanması ile daha da değişik bir hal alıyor. Artık tuvaletini bile doğru düzgün yapamayan yaşlı annelerine bakmak zorunda kalmaları, böylesine buhranlı yaşamları olan aile bireyleri için işleri daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.
Yeşim Ustaoğlu tamamen profesyonel oyuncularla çalışmış bu filmde. Hepsi gerçekten bu güzel filmin hakkını veren performanslar sergiliyorlar ama başrol oyuncusu Tsilla Chelton'ı ne kadar övsek azdır. Bu film her halükarda kendini izletir ama Tsilla Chelton da tek başına bir izleme sebebidir. O yaşta gel, bir Türk filminde Türkçe öğrenerek başrol oyna, yabancı bir kültürden olmana rağmen bu kadar doğal ol! Hayranlık duymamak elde değil.
Pandora'nın Kutusu'ndan tamamen "kötülük" çıktığı sanılmasın. Bu kutudan insana dair her şey çıkıyor aslında. Her Yeşim Ustaoğlu filmi gibi insanı düşünmeye sevk ediyor ve kasıtlı olarak bizlere bir şey önermeyerek itiraf edemediğimiz sıkıntılarımızla bizleri yüzlemeye çağırıyor.