Giriş bölümü intikam almayı unutturacak kadar uzun!
Yazar: Murat Tolga ŞenYazıya başlarken, Crow sevgimin sorgulanmaması konusunda baştan uyarmak isterim. 1995 yılında, askerden döner dönmez izlediğim bu lanetli kült filmi o kadar çok sevmiştim ki, DivxPlanet forumlarında kendime Raven ismini seçmiştim. Filmdeki alevlerle yola çizilen karga simgesini dövme yaptırmayı da düşünmedim değil, ama bu fikir hiç hayata geçmedi.
The Crow gerçekten lanetli bir filmdi. Bruce Lee'nin oğlu olarak başladığı kariyerine, Hong Kong aksiyon filmleriyle (Legacy of Rage) adım atan ve oradan Hollywood B filmlerine (Rapid Fire, Showdown in Little Tokyo) geçen Brandon Lee için bu film büyük bir fırsattı. Dövüş efsanesi babasının bile yer alamadığı büyük bütçeli bir Amerikan filminde başrol oynama şansı! Filmin yönetmenliğini, video klip yönetmeni olarak tanınan Alex Proyas üstleniyordu. Erken dönem çizgi roman uyarlamalarından biri olan bu film, üstelik Marvel ya da DC uyarlaması da değil, daha marjinal bir işti. Ancak çekimlerde talihsiz bir kaza meydana geldi ve Brandon Lee bir kurşunla hayatını kaybetti. Bu istenmeyen tanıtımın da etkisiyle, film büyük bir merak konusu oldu, izlendi ve sonrasında tapınılan bir sinema nesnesine dönüştü. Filmin en iyi tarafı ise belki de çoğu kişinin fark etmediği bir şey: Bu film, tüm zamanların en iyi çizgi roman uyarlamalarından biriydi ve hala öyle!
Orijinal filmin laneti herkesi etkiledi. Yönetmen Alex Proyas, Dark City gibi muhteşem bir eser daha yaptıktan sonra kariyerinde düşüşe geçti ve Gods of Egypt saçmalığına kadar savruldu. Bu çizgi roman kahramanına yapılan devam filmleri ise ilk filmin soluk bir gölgesinden öteye gidemedi. Tüm hatalarına rağmen ikinci filmi de severim ama sonrasındaki filmler tam bir hayal kırıklığı! Hele ki Terminator 2'nin asi John Connor'ı Edward Furlong'un oynadığı dördüncü film tam bir felaketti.
Yıllar sonra yeni bir Crow uyarlamasıyla karşı karşıyayız. Filmin sürekli ertelenen gösterimi nihayet yapıldı. Şunu yazmam gerekiyor; The Crow, devam ettirilmesi gereken bir seri değil. Çoğu hayran için Crow, Brandon Lee'dir; başka bir oyuncunun bu rolü üstlenmesi, o filmi çöpe atmakla eşdeğer. Oyuncular arasında da benzer bir yaklaşım var. Başrol için teklif götürülen oyunculardan biri olan Luke Evans, "Bu role layık değilim," diyerek teklifi geri çevirdi. Kimse bu tapınağı yıkmak istemiyor gibiydi ama nihayetinde böyle bir işe girişildi.
2024 yapımı Crow, günümüz sineması için alışılmadık uzunlukta bir giriş bölümüne sahip. Yönetmen koltuğunda oturan ve bana göre ortalama bir sinemacı olan Rupert Sanders, karakterin trajedisini derinleştirip, sonrasında gelen intikamı büyüterek izleyiciye bir katarsis yaşatmayı amaçlamış olmalı. Riskli ve başka bir senaryoda işe yarayabilecek bir karar ama bu bölüm büyük tempo sorunları yaşıyor. Bazı seyirciler sıkılıp salonu terk edebilir, şaşırmam. Crow'a hâkim izleyiciler zaten olayın nereye gideceğini biliyorlar; herkesin ilgilendiği tek bir şey var, o da intikam! Orijinal filmlerde geçen güzel bir cümle vardır: "Victims, aren't we all / Hepimiz kurban değil miyiz?" diye sorar Eric Draven. Gerçekten de her gün sokağa çıkar çıkmaz hepimiz bir kurbana dönüşüyoruz. Zorbalık her yerde; içimizde sıkışmış bir intikam ve adalet duygusu var.
Bu tür filmler, en azından beyazperdede kötülerle yüzleşme fırsatı sunan bir tür tatmin aracıdır ancak yeni Crow bu sözünü tutamıyor, çünkü yönetmen ne yaparsa yapsın, bir intikam filmi, filmdeki kötü adam kadar iyi olabilir. Orijinal filmde Michael Wincott’un canlandırdığı Top Dollar karakteri inanılmazken, bu filmdeki kötünün adını film biter bitmez unutacaksınız! Ayrıca, orijinal filmdeki baş kötünün yardımcıları renkli karakterlerdi. Myca, Grange, Gideon, Tin Tin, Funboy… En çok T-Bird’ü (David Patrick Kelly) severdim, ama burada öyle biri yok.
Yine de Crow’a haksızlık etmeyelim; bu filmde harika bir opera sekansı var. Çizgi roman uyarlamalarının en vahşi ve stilize dövüş sahnelerinden birini izleyeceksiniz, ancak burada karakterin bir tür John Wick’e dönüştüğünü düşünüyorum. İsabet almaktan korkmayan ve katana ile düşmanlarının ağzını parçalayan bir John Wick!
Ayakta alkışlanmaya değer bu sahne, tüm filme ilham vermeliydi, ama genelden kopuk, kendi başına bir sekans gibi duruyor. Sanki makinist seyircinin sıkıldığını fark edip başka bir filmden iyi bir sahne araya eklemiş gibi. Eğer bu sekanstaki yaklaşım devam ettirilseydi, The Crow çok iyi bir film olabilir ve kendi çizgisinden yeni devam filmleri yaratabilirdi. Ancak bu haliyle öyle bir gücü yok. Melankolik tema müziğini ve film boyunca çalan şarkıları sevdim ama ilk filmdeki Graeme Revell tınılarının yerini tutamaz.
The Crow çizgi romana yakın, Alex Proyas’ın vizyonuna ve Brandon Lee’nin tasvirine uzak durmaya çalışmış ama bu yaklaşım kahramanı tatsızlaştırıyor. Başka bir sürü şey eksik. Ortada bir Crow var ama yanında Sarah yok, omuzunda karga yok. Seyredip unutun. Crow, Brandon Lee'dir!
Murat Tolga Şen – murattolga@gmail.com