Bir "Mahşer Günü" değil ama...
Yazar: Burçin AygünÜlkemizde uzun yıllar önce, 1984’te dünyayı kasıp kavuran ve daha sonra Türk sinemaseverler olarak Yokedici adı ile tanıştığımız Terminator efsanesi bir kez daha karşımızda. Usta yönetmen, harikalar kurgucusu James Cameron’ın sinema tarihine armağanı olan ve Terminator 2: Mahşer Günü günü gibi bambaşka bir kültün öncülü olan yapım muazzam hikaye, aradan geçen nice yılla birlikte gelişti, evrildi. Aynen insanlar ve makineler gibi.
Mahvolmuş bir gelecekten gelen bir Yokedici, bir cyborg olan Terminator, kendi makine ırkına başkaldıran insanların lideri John Connor’ın doğmaması için katliam gerçekleştiriyordu. Kurtarıcı John’un henüz doğmadan önce, annesi Sarah’ın daha gebe olmadığı döneme yolculuk yapan ölüm makinesi ve annesini koruması için gelecekten geçmişe bir asker yollayan oğlu. Bu ilginç karışım Sarah Connor rolündeki Linda Hamilton’ın da muhteşem karakterizasyon gücü sayesinde seyrine doyulamayan bir bilimkurgu – aksiyon filmine dönüştü.
Takvimler 1991’i gösterdiğinde ise yönetmen Cameron, Terminator 2: Mahşer Günü adlı yeni filmiyle kendi yükselttiği çıtayı da aştı, türün üstüne çıkılması imkansız görülen bir örneğini yarattı. Edward Furlog’un canlandırdığı küçük John ve bu kez öldürmek için değil, korumak için gelen bir başka Terminator’ın ağızları açık bırakan serüveni günümüz bilimkurgu sineması içinde tahttaki en büyükler arasına yerleşti. Bundaki en büyük pay kariyeri daha sonra özel hayattaki tercihleri yüzünden kötü giden Furlog, Linda Hamilton’ın seyirciyi büyüleyen oyunculuğu ve pek tabii gönüllerin cyborg’u Terminator, bir başka deyişle Arnold Schwarzenegger’in varlığı. James Cameron’ın harika işçiliği, oyunculuklar, muhteşem bir atmosfer, geleceğin “olası” yok olmuşluğu.
Jonathan Mostow tarafından 2003 yılında yönetilen Terminator: Makinelerin Yükselişi ise farklı bir oyuncu kadrosu (Schwarzenegger sabit kalmak kaydıyla), daha genişletilmiş hikayesiyle pek beğenilmedi, orijinlerine sadık olmadığı gerçeği bir yana, sıradan bir aksiyon denemesi olmakla suçlandı. Son dönemin popüler aktörlerinden Christian Bale ile çekilen dördüncü bölüm, Terminator Kurtuluş da serinin “en alakasız” ve “en kötü” bölümü olarak görüldü.
Peki ya bu hafta sinema salonlarını şenlendirecek olan Terminator: Genisys? Çok dürüst olmak gerekirse karşımızda bir Terminatör ya da Mahşer Günü gibi bir kült yok. Öte yandan hikayenin aslına öyle ya da böyle sadık kalmış, efsane isim Arnold Schwarzenegger’in bir kez daha Terminator olarak (ikinci filmdeki haliyle diyebiliriz!) geri döndüğü, aksiyon sahneleri gerçek manası ile ağızları açık bırakan, son yılların modası 3D seçeneğinin hakkını sonuna kadar veren, müzikleri yerli yerinde, oyuncu kadrosu güçlü, yönetmen tercihleri doğru bir proje var.
Game of Thrones ile ünlenen Emilia Clarke’ın, Hamilton’ın yerine geçtiği, çok daha genç bir Sarah Conner ile karşımıza çıktığı filmde, Jai Courtney de kurtarıcı(!) asker Kyle Reese olarak merhaba diyor. John Conner ise başlangıçta ön yargı ile yaklaştığım ancak kesinlikle doğru bir karar olarak görünen Jason Clarke tarafından hayat bulmuş. Emilia Clarke maalesef ki (ve pek tabii beklendiği gibi) Linda Hamilton’ın boşluğunu dolduramıyor, hatta öyle bir iddiası da yok gibi. Sürprizli ve şaşırtıcı bir hikaye sapmasıyla sunulan John Connor karakteri serinin fanatiklerini belki bir parça kızdıracak ama, başarılı aktör Clarke’ın yeteneği (hastane garaj sahnesine dikkat!) de hepsini unutturacak cinsten.
Evet, belki karşımızda yeni bir kült yok. Doğrusunu isterseniz filmin de öyle bir arzusu yok. Daha ilk dakikasından itibaren güncel bir Hollywood filmiyim diye haykıran, büyük kısmı yavan repliklerden oluşan senaryosuyla hafiften bezdiren Terminator Genisys, hikaye tercihi, bunun işlenişi, serinin ilk iki bölümüne olan sadakati, yönetmen Alan Taylor’ın nostaljik yaklaşımı ile olabileceği kadar iyi! Aksiyon sahneleri tam tadında, oyunculuklar genellikle çok güçlü, Arnold Schwarzenegger ve yaşlanmış Terminator çıkmazı da hakkıyla çözülmüş.
Baştan sona kadar sürükleyici olarak ilerleyen, enteresan bir şekilde sürekli aksiyon olmasa da temposunu hiç kaybetmeyen bir Terminator filmi var karşımızda. Bir şaheser dolmasa da günümüz Hollywood yapımları içerisinde saygı duyulabilinecek, üzerinde iyi düşünülüp, çalışılmış bir film.
Terminator ve Schwarzenegger hayranları salondan mutlu çıkacak çıkmasına ama, J.K. Simmons ve T-1000 rolündeki Byung-hun Lee neden yeteri kadar “hakkını alamamış”, işte bu sorunun cevabını bir türlü bulamayacaklar.
Son olarak; filmin baştan sona kadar günümüz teknoloji ve sosyal medya bağımlılığına karşı söylemleri olduğunu, sonumuzun da böyle geleceğini fısıldaması yapımın dikkate değerlerinden.
(I’ll be back!)
burcinaygun@gmail.com