Yuva
Yazar: Murat ÖzerYalnızlığın hüküm sürdüğü yaşamların 'kırılma noktaları'ndan birine yöneltiyor ilgisini François Ozon bu kez. Kendi dinamiklerine ihanet etmekten özenle kaçınan yönetmen, tipik atmosferlerinden birini daha önümüze sürüyor ve kısmî başarılarından birine ulaşıyor "Yuva"yla (Le Refuge).
Aşırı dozdan hayatını kaybeden sevgilisinin acısını geride bırakarak inzivaya çekilen ve doğacak çocuğunu beklemeye başlayan genç bir kadının, sevgilisinin kadeşinin ziyaretiyle birlikte değişip dönüşen dünyasını izliyoruz hikâyede. Çevresindeki acımasız toplumun bütün bireylerine karşı önyargılı bir bakış geliştiren genç kadın, olanca sevecenliği ve iyi niyetiyle gelen bu genç adamın varlığıyla 'güven' duygusunu yeniden kazanıyor, 'öfke'sini dindirmeyi başarıyor. Genç adamı bir tür 'çocuğuna baba' motifi olarak kabullenmeye başlayan kahramanımız, onun eşcinselliğiyle önce bir düş kırıklığı yaşıyor ama nihayetinde 'liman' arayışında ondan başka bir alternatif de bulamıyor...
"Yuva", ayakta kalmak için öfkesini kullanan 'yalnız kadın' imajını etkili bir dille yansıtıyor denebilir. İzolasyonu had safhada yaşayan kahramanını yalnızlığa mahkûm eden Ozon, toplumun ona karşı takındığı önyargılı tavrı net bir biçimde gösterirken, onun da bu tavra karşı aynı sertlikle cevap vermesini sağlıyor. Ama filmin asıl meselesi bu değil! Baş karakterin daracık bir alana sıkıştırılmış dünyasını 'genişletme' niyeti var yönetmenin. Bu niyetini de 'davetsiz' bir misafirle ete kemiğe büründürüyor, onun her türlü önyargıdan uzak yapısını hikâyenin merkezine yerleştiriyor.
Neredeyse bütün toplumların benimsediği bir mekanizmayı lanetlemeyi de başarıyor Ozon filmiyle. Kadının yalnızlığının 'kullanılabilir' bir malzeme olduğunu düşünüp onu 'kurban'a dönüştürme eğilimini tersyüz etmeye çalışıyor. 'Yalnız kadın'ı dışlayıp daha da yalnızlaştıran bu eğilimin yan etkilerinin üzerine gidiyor, kadının olduğundan daha çok içe kapanmasını sağlayan bu durumu 'değiştirebilecek' formülü arıyor. Belli oranda da olsa başarıyor bunu Ozon. Birkaç kez buluşturduğu karakterlerini bu amaç uğruna geliştiriyor, finaldeyse etkili bir noktaya getiriyor her ikisini de.
Karşılık beklemeden verilen sevginin izdüşümü de diyebiliriz "Yuva" için. Bunu genç adamın bünyesinde kişileştiren yönetmen, böylesi bir yaklaşımın getirdiği kazanımın kaçınılmazlığını da vurguluyor böylece. Genç kadın, doğacak çocuğunun 'yuvasızlığı'nı bu şekilde kırıyor, hesapsız kitapsız gelen sevginin avantajlarını kullanıyor, hayatın o güne kadar tanışmadığı başka bir boyutunu keşfediyor bu yolla.
"Yuva"nın oyunculuklar açısından da şanslı bir film olduğunu kabul etmek gerek. Bunda büyük oranda François Ozon'un becerisi öne çıkıyor tabii ki, ama başrolleri paylaşan her iki oyuncu da üstlerine düşeni fazlasıyla yapıyorlar. Deneyimli aktris Isabelle Carré, dünyası darmadağın olmuş hamile genç kadını bedeninin her hücresiyle yaşatıyor, seyirci ikna etme konusundaysa hiçbir problem yaşamıyor. Öte yandan ilk rolüyle şaşırtıcı bir kompozisyon çalışması içine giren Louis-Ronan Choisy'nin performansı da şapka çıkarılacak cinsten. Filmin müziklerine de imzasını koyan sanatçı, hikâyenin ortasına bir bomba gibi düşmesinden itibaren dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor. Filmin dramatik boyutunu destekleyen beden dili Ozon'un da hayranlığını kazanmış olmalı, ki onun hikâyedeki ağırlığını yoğun biçimde hissettiriyor bizlere yönetmen.