Marvel sinematik evreninin kayıp halkası göründü!
Yazar: Fatih YürürMarvel Sinematik Evreni, nihayetinde ritmini bulduğu ve 10 yılı aşkın uzun soluklu beyazperde macerasının finaline doğru adım adım yaklaşırken; serinin gizli kahramanı olarak ekibe entegre edilen Captain Marvel da nihayet gezegen semalarında yüzünü gösterdi. Sinema tarihinin tanık olduğu en geniş çaplı beyazperde yolculuğunun tamamlanmasına bir adım kala, Marvel cenahı da en güçlü silahını nihayet devreye sokmayı başardı!
Captain Marvel, sinematik evren tarihinde karşımıza çıkan herhangi bir filmin daha önce karşı karşıya kalmadığı rekor oylama puanlarıyla şu sıralar pek çok tartışmanın harını ateşleyedursun; her anlamda serinin çizgisinin dışına taşmayı başaran bir yapımla karşı karşıyayız. Fakat bu çizginin Infinity War gibi pik noktasını gördüğü düşünüldüğünde; bir taraftan Marvel ekibini cesareti için takdir edebiliriz fakat diğer yandan da karşımıza “karakterin doğumu” öyküsünü de barındıran ve ister istemez çok katmanlı olmasını beklediğimiz bir sinemasal mahsulün durduğunu da inkar etmemek gerekir.
Baştan kabul etmek gerekir ki; Carol Danvers, sırtında en ağır yükle beyazperde yolculuğuna çıkan Marvel emekçisi. Bu kadar yol kat etmiş multi katmanlı bir serinin, önemli katalizörlerinden biri olması, Danvers’ın daha başlangıç aşamasında kalesinde bir gol görmesine sebep oluyor. Bunun yanı sıra “karakterin doğuşu” klişesini de en az hasarla geride bırakma süreci var ki, dramatik patinajın kendisini en yoğun hissettireceği noktalardan biri de burası. Bunun da üstüne Marvel Öykü Evreni’nin baş belaları Skrull’lar nihayet oyuna dahil olunca, her şeyin çorba olması da kaçınılmaz hale geliyor. Captain Marvel açısından bu konunun bulamaca dönüp dönmediği hakkında fikir yürütmek epey iddialı fakat Avengers cenahına kök söktüren Skrull belasını, çok daha farklı kaygılara da sahip 2 saatlik bir filmin içerisine sağlıklı bir şekilde eklemleyebilmek epey zor! Captain Marvel bu zorluğun üstesinden gelebilmiş mi? Buna “evet” diyebilmeyi yürekten isterdim.
Anna Boden ve Ryan Fleck ikilisinin işi, bu kimyadan güçlü bir blockbuster çıkarabilmek gibisinden bir iddiayı da taşıması adına oldukça zor. İkili daha önce büyük büyük cümleler kurmayan, nitelikli bağımsız komedilerle radarımıza yakalanmış olsa da; 152 milyon dolarlık bütçesiyle Captain Marvel; neresinden bakılırsa bakılsın riskli bir proje! Yapımcılar da tüm bu risklerin farkında olarak, ellerindeki kartları dikkatli dağıtmayı hedefledikleri bir ara öykü çıkarmışlar ortaya!
Captain Marvel, uzun bir girizgah kısmıyla hantallaşmak yerine, daha çok öykü evrenine ve sinematik evrene hakim kitlenin hislerine göre hareket ediyor. Danvers’ı öykünün tam merkezine konumlandırırken, karakterin yolculuğu aşamasına geçiş kısmını da fazla uzatmıyor. Serinin en önemli eksikliklerinden biri olan Skrull istilasını neredeyse romantik bir edimle yumuşatırken; Kree sakinlerinin mücadele motivasyonları ekseninden, Carol Danvers’ın “kendisini keşfetme” serüvenine eviriliyor. Bu noktada da bütün yük bir anlamda Brie Larson’un üzerine biniyor demek hiç de yanlış olmaz. Nitekim Larson’u Captain Marvel kostümü altında itici bulmanız da, çekici bulmanız da gayet ihtimaller dahilinde.
Diğer yandan Captain America’yı işin dışında tutacak olursak, ilk resmi Avengers üyesi olmasının da diakronik öyküsü niteliği taşıdığını da es geçmemek lazım. Bir süper kahraman öyküsünün ortaya çıkış evresinin tüm klişelerine sahip olsa da; Boden ve Fleck ikilisinin hem kağıt üzerinde hem de kamera arkasında, bu klişeleri işler kılmak için canla başla çalıştıklarını hissediyorsunuz. Diğer taraftan gerçek anlamda S.H.I.E.L.D.’in de doğum öyküsüne ev sahipliği yapması açısından, kalabalık bir ara öykü vadettiğini yinelememize gerek var mı bilemedim.
Her ne kadar potansiyel kötü karakterleri, beklentiye düşürse de, Jude Law suretindeki Yon-Rogg, Annette Bening suretindeki Supreme Intelligence ve Ben Mendelsohn’un Talos güzellemeleri; öyküye lezzet katsalar da tatmin edici olmaları açısından tartışmalı profillere sahip. Samuel L. Jackson ise çizmiş olduğu Nick Fury portresiyle hepimizi çok önceden cezbetmişti.
Elbette perdedeki Civil War mücadelesini, çizgi serinin kalibresi ile kıyasladıklarında “sokak kavgası” şeklinde tanımlayanlar için; Skrull istilasının seri bir şekilde tatlıya bağlanması ve çok hızlı bir biçimde su yüzüne çıkan anti – zenofobik grafik; bir şeylerin hızlıca olup bittiği hissiyatını uyandırmıyor değil. Diğer taraftan bütün aksiyon sahnelerinin karambole yuvarlandığı bir başka Marvel filmiyle karşı karşıya olduğumuzu söylemek de yerinde olur. Öyle sanıyorum ki Marvel Sinematik Evreni’nde, temiz aksiyon koreografilerine en çok önem veren takım Russo Kardeşler oldu ki; bu gün serinin daha fazla ciddiye alınmasında da aslan payı kendilerine ait.
Son tahlilde Captain Marvel, hakkında büyük beklentilere kapılmaya mahal verilmemesi gereken bir Marvel seyirliği. Bir klişe havuzunda keyifle yüzebilmeyi bekliyor olabilirsiniz. Filmin mizah dozajı, bu deneyimi bir noktaya kadar eğlenceli kılabiliyor fakat daha fazlasını arayanlar için hayal kırıklığına uğrama olasılığı da yüksek. Yine de bütün bu karmaşa, Captain Marvel’in risklerle başa çıkma konusundaki kısmi başarısını perdelemiyor. Fakat End Game ile perdeye veda edecek bir serinin öncül kuvvetinin çok daha sert ve vurucu olmasını beklerdik!