Hesabım
    Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay

    Yeni Ay

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Kasım ayı başında İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Ana Bilim dalı tarafından ilginç bir konferans gerçekleştirildi. Eurohorror çağından Marksist bir vampir filmi üzerine hazırladığım sunumla katıldığım konferans; "Korku Anlatıları: Yazınsal ve/veya Görsel Vampir Anlatıları" başlığını taşıyordu. Buket Akgün'ün gayreti ve işe kalbini koyan siyah giyimli "cadıların" gönüllü yardımı ile devamının gelmesini son derece arzuladığımız bir konferans gerçekleşti.

    Benim konumu oluşturan "Hanno cambiato faccia", kapitalist vampirler teması nedeniyle programda yer alıyordu ve aslında kötü vampir imgesiyle kapitalizmi özdeşleştiriyordu. Belki bugünden bakınca biraz demode bir bakış açısı; ama hatırlatmakta yarar var diye düşünmüştüm. Neyse ki benden hemen sonra başlayan "Moonlight, Twilight ve True Blood: Yeni Çağın Aklıselim Vampirleri" başlığını taşıyan güncel konuşmada canavarların dünden bugüne geçirdiği değişim anlatıldı.

    Dünün, insanı insanlıktan çıkaran, saf korku imgesi olan canavarları bugün artık birer kahramana dönüşmüş durumda. Şüphesiz bugün aklımıza vampir dediğimizde, dünün pelerinli, aniden karanlıkta beliren, kanlı dişli ve yaşlıca vampiriyle birlikte bir başka vampir daha geliyor: Yakışıklı, karizmatik, doğasına rağmen meleksi, ince ve kesinlikle bir kahraman olan Edward Cullen.

    Twilight üzerine yazdığım yazıda, kitabı okumamış ve belki de bu nedenle keyif almış biri olarak; "Twilight romantik gençlik filmleri arasında kendine üstlerde yer bulacak güçlü bir aşk hikayesi sunmuyor. Vampir sinemasına "Let The Right One In" gibi radikal bir katkısı da yok. Fakat; romantizm-vampir karışımı, tamemen yok sayılamayacak ilginç bir tür yaratıyor. Burada milyonlarca bölüm süren dizilerin kitsch sevimliliği var.

    Öykünün içerdiği potansiyele rağmen karanlık olmayı reddetmesi de çocuksu/çizgi film gibi bir duygu yaratıyor. Doğrusu 33 yaşında bir yazar olarak, Twilight neden beni çok fazla tatmin etmedi diye sorgulamayı uygunsuz görüyorum; ben daha çok kendimi vampirlerini gençlerin toplandığı bir partiye yollamış klasik bir baba gibi hissediyorum." cümleleriyle özetlemiştim film hakkındaki düşüncelerimi.

    "Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay" da neredeyse üçte ikilik bölümünde bu cümlelerle çelişmiyor. Bella Swan ve Edward Cullen arasındaki elektrikli aşk, Cullen'ın İtalya'ya doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkmasıyla aniden kesiliyor. Swan bu gidişin ardından Yeşilçam'ın arabesk filmlerini aratmayan bir şekilde acılara gömülüyor. Zamanla kurt adam kimliğini uzun süre gizleyen Jacob ile yakınlaşan Swan kalbini bastırmayı gizleyemez ve en sonunda sonsuza kadar sevmeyi planladığı cool aşkını bulmak için bir yolculuğa çıkar.

    Doğrusu Yeni Ay'ın tamamına yakınını Swan'ın aşk acısı oluşturuyor. Kurt adamların ortaya çıkışı, Swan'ın bu gerçekle yüzleşmesi ve hatta Jacob'ın alternatif bir aşık olmaya soyunması (baştan sona yarı çıplak) filmde öne çıkmıyor. Yani aslında biz bütün film boyunca Swan'ın arada bir beliren aşkına kavuşmasını bekliyoruz. Fakat İtalya bölümü ne sevgililerin buluşmasını ne de bütün film boyunca hazırlanan çatışmayı akılda kalıcı bir şekilde sunmayı beceremiyor. Yanlış anlaşılan denize atlamalar, öldü sanmalar, haberci yollamalar. Bütün bu kavuşmayı hazırlayan unsurlar hızla gelişiyor ve ikna edici olmuyor. İlk filmde olduğu gibi, sonsuza kadar beraberlik sözleriyle de uğurlanıyoruz. Seriye anlamını veren ilişkinin bizi ikna edeceği o "unutulmaz an" hep erteleniyor sanki.

    Kitapları okumamış, seriyi filmler üzerinden takip eden bir izleyici olarak "Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay"ı ilk filmden bile daha zayıf bulduğumu, bir tür ara film olarak kabul edilebileceğini söyleyebilirim. Öne çıkan duygu aşk acısı ve işin entrikası daha çok vampir ve kurt adam arasındaki hafif şiddetli kız kavgasından kaynaklanıyor. Filmi izlerken insan fazla cool, soğuk bir Bella Swan portresi çizildiğini de düşünmeden edemiyor. Hoş, sevdikleri birer birer vampir ve kurt adam çıkan bir kızın başka türlü davranması beklenemez herhalde. Kızımıza sınıf atlatacak varlıklı ve şık vampirlerlere göre, kurt adamlar daha doğal ve mütevazi bir yaşam sürüyor. Tıpkı benzedikleri kızılderililer gibi doğaya yakınlar. Onların komünal yaşamları filmin soğukluğunu bir nebze de olsa kırmayı başarıyor.

    İlk filme getirilen "içinden vampirler geçen pembe dizi" eleştirisi aslında ikinci filme daha çok yakışıyor. Terkedilen bir kızın aşk acıları, yeni aşkın eskisini bastıramaması ve kavuşma ümidi; film daha çok bu temaların izini sürüyor. İşin içinde vampirler ve kurt adamlar da olunca fantastik ve karanlık bir aksiyonun da öne çıkmasını istiyor belki izleyici; ama bu gerçekleşmiyor. Sanki her şey seriyle anılan fanatik genç kız izleyici kitlesi için hesaplanmış. Serinin hafif, iz bırakmayan adımlarından biri olarak anılacak gibi gözüküyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top