X-Men: Birinci Sınıf
Yazar: Ali ErcivanX-Men serisini yeniden canlandırmayı amaçlayan Birinci Sınıf, Bryan Singer imzalı ilk filmi izleyen herkesin iyi hatırladığı bir sahneyle başlıyor. İlerde Magneto adıyla bilinecek olan Erik'in İkinci Dünya Savaşı sırasında ailesiyle birlikte bir toplama kampında yaşadığı dönüm noktasıyla. Ailesinden koparılan küçük çocuk, o anki öfkesinin etkisiyle demir kapıları yerle bir ediyor. Ve buradan devam ediyoruz. Benzer yeteneklere sahip insanları takip edip eğiten, Nazi işbirlikçisi Sebastian Shaw (Kevin Bacon) onu fark ediyor ve hayatının gidişatını belirleyecek olayları başlatıyor.
Erik'in büyüme sürecine paralel olarak, Profesör Charles Xavier'ın da çocukluğundan itibaren yaşamını öğreniyoruz. Kendisi, tuzu kurulardan. El üstünde tutularak yetiştirilmiş. İyi okullarda okumuş. CIA tarafından, Amerika ile Sovyetler Birliği arasında nükleer savaş başlatmaya çalışan bir grup mutanta karşı yardımı isteniyor.
Film hakkında bir şeyler okumuş veya fragmanı görmüşseniz, X-Men: Birinci Sınıf'ın 1962 yılında geçtiğini biliyorsunuzdur. Soğuk Savaş döneminde yani. Yakın tarihin bu kurmaca versiyonunda, Sebastian Shaw'un başını çektiği bir grup mutant, iki süper güç arasında bir savaşı kışkırtıyor. Ve CIA ile beraber çalışan Charles Xavier onların peşine düştüğünde, Shaw'u intikam için takip eden Erik ile yolları kesişiyor.
Tanıdığımız ekibin nasıl biraraya geldiğini ve nasıl tanıdığımız o mutantlara dönüştüklerini izliyoruz bu filmde. Erik ile Charles'ın nasıl dost olduğunu. Bazılarının nasıl insanlardan umudu kesip kötü tarafa geçtiğini. Herkesin en çok merak ettiği, Wolverine'in bu filmde olup olmadığı herhalde. Hugh Jackman'ı kısa, esprili bir sahnede görüyoruz, konuk oyuncu olarak. Tıpkı Rebecca Romijn gibi. Onun gençliğini bu filmde Jennifer Lawrence canlandırıyor. Enteresan bir şekilde, güçlü oyuncu kadrosunun tek Oscar adaylığı bulunan ismi.
X-Men: Birinci Sınıf, farklı karakterleri paralel olarak izlediğimiz ilk yarısında, dinamik bir suç filmi olarak ilerliyor. Ne zaman ki gençlerden oluşan mutant ekibinin eğitim süreci, yani Profesör Xavier'in okulundaki birinci sınıfları başlıyor, film tek bir koldan ilerler hale geliyor ve o dinamik yapısını kaybediyor. Sıradanlaşıyor.
Buna rağmen, X2'den sonra serinin en iyi filmiyle karşı karşıyayız.
Basit bir macera değil de kahramanlarımızın duracakları tarafı belirledikleri, yani büyük dramatik çatışmalarla karşı karşıya oldukları bir süreci anlatmasının bunda etkisi büyük. Bir başka önemli etken de genç İngiliz oyuncu kuşağının en yetenekli isimlerinden Michael Fassbender ile James McAvoy'un güçlü performansları. Özellikle Fassbender, müthiş bir Magneto olmuş.
Şahsi görüşüm, Soğuk Savaş ve Küba Füze Krizi gibi iyi bildiğimiz, gerçek tarihsel olayların mutantlar tarafından manipüle edildiği ve yine içlerinden bazıları tarafından çözüldüğü bu kurmaca yapının biraz yabancılaştırıcı olduğu yönünde. Daha önceki X-Men filmleri hiç bu ölçüde gerçek tarihsel olayları kullanmamıştı. Birinci Sınıf'ın seçtiği yol, bir yandan onu sıradan süper kahraman filmlerinden bir gömlek yukarıya koyar gibi duruyor. Fakat bir yandan da böyle bir yabancılaştırma riski taşıyor. Son derece karmaşık ve dünyanın gidişatını önemli ölçüde etkilemiş olaylardan bahsediyoruz. Her şeyi mutantlara bağlamanın, tarihi biraz basitleştirmek olduğunu düşünmek mümkün.
Ancak böyle bakmamak, bunun bir fantezi olduğunu akıldan çıkarmamak lazım sanırım. Serinin son iki filmiyle sarsılan prestijini, Birinci Sınıf ile geri kazandığı kesin. Yönetmen Matthew Vaughn'un, serinin en iyi aksiyon sahnelerini çektiği de.
Twitter: aliercivan