Öncelikle klasik bir Jane Austen hikayesi ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. Hali hazırda Martin Eden romanını da bir yandan okuyan birisi olarak gerçekten 18-19-20. yüzyıllara dair bir eserde farklı dünyaların insanlarının imkansız aşkı temasının karşınıza çıkması an meselesi. Aşk ve Gurur romanının da yazarı olarak aslında temelinde yine aynı şeyi baz alan ama senaryosu ile benim nezdimde bir adım daha önde olan bir romanı seyrediyoruz.
Şunu söylemek gerekir ki, her daim birden fazla hikayeyi aynı senaryoya sığdırmaya çok sıcak yaklaşmışımdır. Filmde iki farklı aşk hikayesini aynı anda izliyor olmak bana keyif verdi. Sadece bir çift üzerinden ilerleyen temalardan sonra birbirinden oldukça farklı olgunluktaki iki farklı hikayeyi birlikte izlemek bence filme ciddi bir özgünlük katıyor. Filmin sinematografisi çok hoş ki bu zaten o dönem filmlerinin hepsinde karşımıza çıkan bir detay. Bu filmi diğerlerinin önüne koyan ise bana kalırsa ayaklarının yere çok daha sağlam basması olabilir.
Yakışıklı erkek-güzel kız tiplemesinin rahatlıkla kenara itilip, gayet mütevazı bir şekilde daha istikrarlı ve ağır ilerleyen iletişimlerin elle tutulur olduğunu gösteren bir yapıt. Ve bunu yaparken de hiç gösterişe girmeye çalışmıyor. Yani verilmeye çalışılan mesaj gözlerimize sokulmadan, birilerini yüceltip birilerini gömmeden veriliyor. Örneğin filmde Albay Brandon'u harika gösterme çabası yok. Sürekli üstün karaktersel özelliklerini vurgulayıp bu sayede fiziksel kusurlarını kapatabiliyor mesajı da yok. Bilirsiniz eğer senaryoda estetik anlamda arka planda kalan bir karakteri hikayenin sonunda kazanan tarafta gösterecekseniz, o mutlaka çok saf, çok duygusal ve her anlamda harika olmalı ancak Albay için mevcut özellikler asla sırıtmayacak şekilde işlenmiş.
Abla karakterinin gururlu yapısı, aslında o dönem insanına çok uygun bir karakter olmuş. Marianne ise muhtemelen o dönemlerde karşımıza zor çıkacak nitelikte bir karakter. Aslında iki farklı karakterin de hikayesini birlikte izlemek burada daha anlam kazanıyor. Olgun ve gururlu abla, bir şekilde hak ettiği mutluluğa ulaşıyor. Hayalperest ve körpe kardeş ise gerçeklerle yüzleşip, sonunda doğru kararı veriyor.
Ruby Sparks filminden sonra bence yine verdiği mesajlarla bulutlar üzerinde, yalnızca romantizm temalı bir aşk filmindense çok daha derinlerde ve çok daha öğretici senaryosu ile keyif aldığım bir film oldu.