Cehennem Melekleri
Yazar: Murat Tolga ŞenSlyvester Stallone, 80’lerin hakim türü sayılabilecek aksiyon filmlerinin tartışmasız en büyük oyuncusudur. First Blood ile girdiği bu tür yapımlarda, stereoidlerle şişirilmiş kasları ve seyirciye pompaladığı bayrak milliyetçiliği ile en çok hatırlanan isim olmuştur. 80’ler bitip de kas adamlarının filmlerine olan ilgi de azalınca köşesine çekilen Stallone’den arka arkaya gelen Rocky ve Rambo jubilelerinin ardından anlaşıldı ki; Bu adam hala bilet sattırıyor!
Rocky Balboa, oldukça dokunaklı ve neredeyse ilk filme yaklaşan derin bir duygusallık içerirken, Rambo, Stallone’nin sarkan kaslarını, içerdiği gore seviyesindeki şiddetle örtmeye çalışan bir vahşet gösterisiydi. 'Kaba ve aşırı şiddet' formülünün hala işe yaradığını hisseden bu kurt sinemacının, benzer bir filmle ortaya çıkması kaçınılmazdı ve öyle oldu.
Stallone bu defa eski kahramanları diriltmek yerine, öyle ya da böyle bir şekilde aksiyon sinemasına bulaşmış emektarları toplayıp bir parti yapmak ve aksiyon sinemasının yeni yıldızı Jason Statham’a kavuğu devretmek niyetinde... Bunun gerçekten de Sly’ın hakkı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Statham’la birlikte, güreş kökenli Steve Austin ve Randy Couture gibi isimler de ciddi birer aksiyon yıldızı olarak tescillenmiş oluyor. 'Best of the Best'lerin unutulmazı Eric Roberts’da uzun zamandır pek severek oynadığı ' takım elbiseli kötü adam' rolüne burada da devam ediyor. Bir sonraki filmde de aynı kıyafeti giyerse hiç şaşırmam doğrusu!
Slyvester Stallone aynı zamanda filmin yönetmeni... Sürprizsiz fakat tekniği güçlü bir sinemacı ve bu duruma bir itirazım yok. Staying Alivedan beri yönetmenliğini oyunculuğundan daha çok beğenirim fakat yıllar ona ve Mickey Rourke’e pek yaramamış doğrusu... Karşılıklı oynadıkları sahnelerde hamura dönmüş yüzleri ile 'plastip şov' kuklaları gibiydiler... Sly hiç bir zaman 'bebek yüz' değildi ama Rourke’un eskiye göre durumu epey acıklı...
Böyle bir kadro biraraya gelince konunun çok önemi kalmıyor gibi... 'Kötü Latin general ve uyuşturucu tacirleri' gibi suyunun suyu bir hikayenin çok da önemi yok. Bu, benzerini ancak 80’lerde izleyebileceğiniz türden, kadraja giren her adamın, her binanın, her aracın kurşunlarla delik deşik edildiği ve havaya uçtuğu bir kerosen filmi! (bol patlamalı filmler için kullandığım tabir...) Bu sahneler için kendi arabalarındaki benzini dahi çekip kullandıklarına eminim.
Eski dostlar birarada olsa da eksikler yok değil... İnsanın gözü bu tür filmlerin gediklilerinden Chuck Norris, Jean Claude Van Damme ve Steven Seagal’i arıyor. Sly’ın bu isimlere de teklif götürdüğünü ama reddedildiğini bilmeme rağmen yine de üzüldüm doğrusu. Filmde küçük ve esprili bir bölümde görünen, Sly’ın 'Planet Hollywood' ortakları Arnold Schwarzenegger ve Bruce Willis’i daha fazla izlemek isterdim. Film bu haliyle, kariyeri iyice çöken Dolph Lundgren ve şimdilerde unutulmaya başlayan Jet Li’ye yarayacak gibi...
Jet Li demişken, filmin dövüş koreografisini bu alanın efsane isimlerinden Cory Yuen yapmış. Karate ve güreş karışımı oldukça ilginç bir dövüş stili filme dinamizm katıyor fakat nerede duracağını bilemeyen ve fazla yakınlaşan bir kamera yüzünden takip etmek bazen epey zorlaşıyor.
MPAA (The Motion Picture Association of America) sınırlamalarını elinin tersiyle iterek şiddeti göstermekten çekinmeyen bu film eğer iyi iş yaparsa, düşük yaş izleyicilere bilet satabilmek için için lise müsameresine dönüşen aksiyon sinemasının eski karanlık ve kirli ruhunu kazanmasına yol açabilir. Şahsım adına, olmasını istediğim bir şey bu... PG-13 bir 'Terminator: Salvation' izlediğimde ruhumda oluşan anlamsızlık hala giderilebilmiş değil... Sonuçta bu filmlerin malzemesi de budur; şiddet ve kan!
Son söz; Eğer eski usül, hızlı ama kafası boş, propagandist aksiyonlardan hoşlananlardansanız The Expendables oldukça iyi bir seçim. 80’ler gençlerine ayrıca tavsiye edilir.
twitter: murattolga