Ünlü Japon korkusu Ringu'nun yönetmeni Hideo Nakata'nın 2010'da çektiği Ölüm Odası yönetmenin diğer işlerinden oldukça farklı bir film. Nakata bu defa günümüz internet toplumuna bir anlama ve eleştiri getirmeye çalışmış. Yönetmenin ününden dolayı ısrarla bir korku filmiymiş gibi pazarlanmasına rağmen Ölüm Odası aslında bir gençlik dramı...
Ringu, internette paylaşılarak ünlenmiş ve daha sonra çekilmiş başarılı Hollywood remake'i Ring sayesinde kültleşmiş bir film. Gore Verbinski'nin çektiği Ring ne kadar başarılı olursa olsun, asıl film olan Ringu'nun başka bir potansiyeli vardı. Filmin tüm modern Asya korku sinemasını derinden etkileyen ve bizi yüzlerce "kuyudan çıkmış, uzun, siyah ve ıslak saçlı çocuk" izlemek zorunda bırakan başarısı ve ardından gelen seyirci beklentisi yüzünden hepimiz Hideo Nakata'dan çok daha "korkunç" filmler yapmasını bekledik. Ne yazık ki hala "Halka'nın yönetmeni" hatırlatmasını aşabilmiş bir örnek verebilmiş değil. Geçen yıl Malatya film festivalinde görme imkanı bulduğum "The Incite Mill: 7-Day Death Game" de sıradan bir seyirlik olmanın ötesine geçebilmiş değildi. House on Haunted Hill temasından beslenen bu silik örnekle, kendini taklit edenlerin dahi gerisinde kaldığını söyleyebiliriz.
The Incite Mill'de güvensiz insan ilişkilerini asıl korku ögesi yapan yönetmen yine aynı şeyi, bu kez bir yaşam biçimi haline gelmiş internet sosyalitesini merkeze alarak yapıyor. Nakata bunu tür sinemasına güçlü öyküler ve farklılık katabilmek için denemiş olabilir fakat izlediğimizden açıkça görebileceğimiz üzere, 50 yaşına gelmiş birinin, kurallarını tamamen gençlerin koyduğu bir alanı analiz edip, öykünün çatısını bunun üzerinden oluşturma çabası yanlışlarla dolu olabiliyor. 10 yıl önce çok popüler olan ama artık hiç kimsenin itibar etmediği chat odaları Facebook gençlerinin hatırlamayacağı kadar geçmişte kalmış bir anı. Bundan tam 15 yıl öncesine ait "Mirc" benzeri bir yapılanma üzerinden güncel bir internet toplumu eleştirisi yapabilmek çok mümkün değil.
Fakat sohbet odasını görselleştirirken sohbetlerin yapılan mekana gerçeklik katma çabasının kimi seyirci için kafa karıştırıcı olsa da farklı ve yerinde bir deneme olduğunu düşünüyorum. Birbirlerine soğuk ekrandan yazan gençleri görmek yerine, somut bir alanda takılan, eğlenen, konuşan ve kavga eden insanlar izliyoruz ki, internetin kendi gerçekliğinin onu kullananlar tarafından algılanışının daha iyi bir anlatımı olamazdı. Ayrıca araya sıkıştırılan clay-motion efektler filme oldukça değişik bir tat katmış.
Gençlerin dertlerinin, İngiliz toplumu üzerinden anlatılması da fena olmamış. London Boulevard, 127 Hours, Another Year gibi, izlediğimiz son dönem İngiliz sineması örneklerinin tamamında kendini gösteren toplumsal çözülme eleştirisi bu filmde de var. Bu aslında tüm uygarlığın ortak derdi sanırım. Sanayi devriminin temellerini atan bir toplumun aile ve toplum yapısının diğerlerinden daha önce çökeceği saptaması tutmuş gibi görünüyor.
Daha önce çektiği ama bizde yaz vizyonunda dolgu film olarak gösterim şansı bulabilen Ölüm Odası tür sınıflandırması yaparken epey kafa karıştıran bir yapım. Eğer Ölüm Odası'nı, yönetmeninin Hideo Nakata olması, teen slasher afişi ve buna uygun Türkçelendirilmiş ismi gibi tüm pazarlama tuzaklarının dışında kalarak izlerseniz filmin içerdiği drama duygusunu daha kuvvetli hissedebilirsiniz. "Halka'nın yönetmeninden" lafına kanıp sıkı bir korku filmi izleyeceğinizi sanıyorsanız yanılırsınız. Ancak son 20 dakikasında bir gerilime dönüşen yapım, hiç bu sulara girmese daha iyi bile olurmuş. Bu film bir korku filminden çok, 80'ler gençlik draması The Breakfast Club'la benzeşiyor. Bilet almadan önce bunları bilmenizde büyük fayda var.
Twitter: murattolga / murattolga@gmail.com