Copacabana: Düğün Hediyesi
Yazar: Murat ÖzerAileniz, küçük yaşlardayken size 'ilahlar grubu' gibi görünür, onların 'süper kahraman' falan olduklarını düşünürsünüz. Ama yıllar geçip de 'olgunlaşmaya' başladığınızda, ailenizin 'defoları' açığa çıkar ve gözünüzdeki değerini kaybetme emareleri gösterir. Aslında 'sevgi' konusunda bir sıkıntı yoktur, ama 'heyecan' gidivermiştir birdenbire, yeni 'heyecanlar' almıştır ailenin yarattığı elektriğin yerini. Onlardan birinin (göçüp) gitmesiyle anlaşılır ancak 'gerçek değer', son pişmanlıksa fayda etmez, hatta daha da dibe sürükler sizi.
Bu giriş, "Copacabana: Düğün Hediyesi"nin bize hissettirdiklerinin bir tortusu gibi düşünülebilir. 'Delişmen' bir anne ile onun 'olgun' kızının hikâyesini anlatan bu film, ikili arasındaki ilişkinin 'sıkıntılı' doğası üzerinde yapılanan bir görüntü sunar bizlere. Anne, hayata 'istediği' çerçeveden bakma konusunda ısrarlıdır, kızıysa 'istenen' çerçeve içinde yaşamayı seçecek gibidir. Bir zamanlar kızına 'eğlenceli' gelen anne, artık uzaklaşılması gereken bir 'deli'dir, dahası bir 'günah'tır. Evlenme hazırlıkları yapan kız, annesini düğününde görmek istemez. Bunu 'kibarca' söylemiş olsa da, annenin üzerindeki etkisi 'yıkıcı'dır. Öte yandan anneye yeni bir motivasyon kaynağı olur bu karar, başını alıp başka bir kente (hatta ülkeye) gidip hiç yapmadığı bir işe sıvanır ve de başarılı olur. Bu azmin nedeni de kızıdır aslında, 'ona layık' bir düğün hediyesi verebilmektir motivasyonu. Ancak burada da 'önyargı' kıskacına alınır ve işinden olacağı bir sürecin içine girer, 'iyi niyet' denen insanî özelliği başına büyük belalar açacaktır...
Marc Fitoussi'nin ikinci uzun metrajlı konulu filmi "Copacabana: Düğün Hediyesi", yüzeyde bir anne ile kızının 'kuşak farkı'ndan doğan uyuşmazlığını anlatırken, daha derinlerde insanlığın 'özgürleşme' hamlelerinin sekteye uğratılmasının yarattığı 'tıkanma'ya yöneltiyor oklarını. Bağımsız olduğunu haykırmak istediğinde ağzı kapatılan bireyin statükoya bağımlı kılınma çabalarının ortaya koyduğu 'trajedi'yi izliyoruz filmde. Başta söylediğimiz 'aile' algısının farklılaşması da 'kurulu düzen'in bir dayatması aslında. 'Çılgın romantik' olmanın 1960'larda kaldığını, 'yeni düzen'de böylesi 'fırlamalıklar'ın yerinin olmadığını işaret ediyor statüko bize ve 'oynayacak' alan da bırakmıyor. Bireyi çalışıp 'adam' olmaya koşullayan bu düzen, 'insan'a dar ediyor dünyayı, insanî özelliklerinin törpülenmesini şart koşuyor.
Filmdeki anne karakteriyse çok sevdiği kızının da içinde olduğu böylesi bir düzenin 'oyuncak'ı olmayı reddediyor, gerçekleşmesi zor gibi görünse de Brezilya'ya gitme düşleri kuruyor, kuralları çiğnemenin dayanılmaz hafifliğini doyasıya yaşıyor, kısacası istediğini yapabilme özgürlüğüne tutunuyor, kıskaca alınamayacağını çevresine hissettiriyor. Hiçbir zaman yaşlanmayacağını düşündüğümüz Isabelle Huppert'in bütün özelliklerini bünyesine hapsettiği anne karakteri, salt bir anne olmadığını, bir 'birey' olarak varlığını sürdürmeyi seçtiğini gösteriyor bizlere. Onun bu seçimi, kısa hayatların 'anlamlı' kılınması için yapılabilecek en doğru seçim gibi görünüyor, "Ötesini 'zamanı gelince' düşünürüz" diye geçiriyoruz kafamızdan.
"Copacabana: Düğün Hediyesi", her şeye ve herkese karşı tek başına dikilebilen bir 'süper kahraman'ın hikâyesini anlatıyor bir bakıma; etrafını kuşatan 'önyargı kafesi'ni delip geçebilecek cesarete sahip, herkese aynı mesafede durarak 'adil' olmayı başarabilen, ona ihtiyacı olanların her zaman yardımına koşan, ele avuca sığmaz bir süper kahramanın hikâyesini. Herkesin yanıbaşında böyle bir kahraman olsa, eminiz ki kimsenin sırtı yere gelmez dünyanın kahrı karşısında...