Hesabım
    Morganlar Nerede?
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Morganlar Nerede?

    Morganlar Nerede?

    Yazar: Melis Zararsız

    Her tür sinemanın bir alıcısı vardır. Kimi romantik komediden hoşlanır, kimi dram ağırlıklı konulardan, kimi korkudan, kimi belgeselden. Fakat gene de genelgeçer algılar oluşmuştur ki, drama, korku, psikolojik gerilim gibi bazı türler, romantik komedilere göre daha çok ciddiye alınırlar, daha çok saygı uyandırırlar.

    Halbuki bu haksızlıktır, bir romantik komedinin başarılı olması da hafife alınacak şey değildir, örnekleri de vardır. (Kar ve Kaplan, Harry Sally İle Tanışınca, Cazibe Kanunları ilk aklıma gelenler oldu) Morganlar Nerede'yi izlediğimde bunu bir kez daha hatırladım: ama tersten giderek! Yani romantik komedinin de bu derece başarısızıyla karşılaşınca, başarılı romantik komedileri, "güzel, popcorn tadında film işte" diyip geçiştirmememiz gerektiğini bir kez daha hatırladım.

    Aşkta iki insanın arasındaki kimya ne kadar da önemlidir değil mi? İki insan bu kimyayı hissedemedikleri için sorun yaşayacakları gibi, dışardan onlara bakanlar da bu iki insanın arasında bir türlü oluşamayan o kimyayı hissederler. Morganlar Nerede, bana bir aşk filminin başrol oyuncularını seçerken ,o iki oyuncu arasındaki "kimyayı" düşünmesinin, yönetmenin ilk işi olduğunu hatırlattı. Bir filmin başrol oyuncularının, rollerini yaparken kendilerini bir çift gibi görebilecek kadar role kendilerini kaptırmalarını bekleriz, onları izlerken, sanki gerçek hayatta çiftlermiş gibi kendimizi kaptırabilecek bir uyum görmek isteriz. (Tanrım gerçekten de bir romantik komedinin nasıl olması gerektiğini, bu a-b-c'yi anlattığıma inanamıyorum) Ayrıca Marc Lawrence, "Söz ve Müzik" ve "Aşka İki Hafta" filmlerinden sonra üçüncü kez Hugh Grant'i seçse de, bir Scorsese/Caprio, bir Burton/Depp tadı vermeyeceklerini artık kabul etmeli diye düşünüyorum.

    Filmde karısını aldatmış ama pişman olmuş adamı oynayan Hugh Grant, 1500 yıldır oynadığı Hugh Grant'i bir kere daha oynamaktan bıkmamış anlaşılan ama seyirci bıktı. Sarah Jessica Parker ise bir kez daha, Manhattan'lı, şımarık, lüks düşkünü bir kadını canlandırdığını anladığı senaryoya evet derse, sanırım artık kendine izleyici bulmayacak çünkü Sex and the City'de kendine yapışmış olan karakterden bir adım bile öteye geçebilmiş değil,seyirci de bunun farkında. Bütün bunlar bir yana, aldatıldığı için kocasıyla ayrılma aşamasına gelmiş bir kadının kırgınlığını, tutkusunu, öfkesini, aşkını hiçbir şekilde üstüne giyinememiş olan oyuncu, acaba röportajlarda, daha önce hiç böyle bir rolü canlandırmamıştım, benim için değişiklik oldu derken ne demek istiyordu?

    Boşansak mı yeniden mi bir biraraya gelsek arifesindeki bir çifti, bir cinayetle yüzyüze getirip, onları tanık koruma programıyla allahın unuttuğu bir kasabaya yollamak ve orada ilişkilerini yeniden gözden geçirmeleri fikri güzel. Ama o kadar. Bu fikir güzel ama filmi izlerken ne romantik ne komik ne dramatik hiçbir andan geçilmediği için, çöpe atılmış olan bu fikre üzülmekten başka çare kalmıyor. Bir de boşa geçen iki saate...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top