Sisli ama Akıcı Geceler
Yazar: Ali ErcivanAhmet Ümit'in popüler romanı Sis ve Gece, Leoparın Kuyruğu ile sinemaya başarısız bir başlangıç yapmış Turgut Yasalar tarafından sinemaya uyarlandı. Türkiye'de edebiyat uyarlamaları karşımıza çok sık çıkmıyor; sırf bu yüzden bile ilgi çekici bir örnek karşımızdaki. Ancak kendi adıma romanı okumadığım için, karşılaştırma yapmam mümkün olmayacak. Her romanı bir sinema filminin süresi ve araçları dahilinde uyarlamak zordur; bazı şeyler ister istemez dışarıda kalır. Sis ve Gece'nin de siyasi kanadı, belli ki kitapta ele alındığı ölçüde filmde yer bulamamış. Bunu kaçınılmaz kabul etmek de mümkün doğrusu.
Filmi, polisiye entrika ve romantizm çerçevesinde dönen bir popüler sinema ürünü olarak değerlendirmek gerek. Uğur Polat tarafından canlandırılan gizli servis elemanı Sedat, iki çocuk babası ve evli bir adam olmasına rağmen komşusunun genç kızı Mine ile gizli bir ilişkiye girmiştir. Mine'nin bir gün ansızın kaybolmasının ardından, ilişkilerini açığa çıkarmadan ve Emniyet teşkilatı içindeki oyunlara karşın, bu kayboluşun ardındaki gizemi çözmeye çalışır. 1996 yılında geçen öykü, siyasî eylemciler ve terör gruplarına karşı yürütülen mücadeleyi de kendine fon olarak almaktadır.
Geneli itibarıyla düzgün bir iş gibi gözüken Sis ve Gece, tüm aksaklıklarına rağmen akan, izlenen bir film. Ama izlenebilir olmasına ve ciddi hatalar barındırmamasına rağmen yine de zayıf sinemasal nitelikler sergiliyor. Bunun öncelikle senaryodan kaynaklandığı kanısındayım. Hani giriş kısmındaki bilgilendirici diyaloglar gibi olmazsa olmazlara pek takılmayacağım ama diyaloglar filmin tümünde fazlasıyla kitabî kalıyor, doğallık sağlayamıyor. Mizansenler de diyaloglar kadar kitabî, düz. Dolayısıyla karakterler de, kitap karakterleri gibi kalıyorlar. Zaten ana karakterlerimizi umursayabildiğimiz de söylenemez. Çoğunlukla düzgün kadraj ve ışıklar yapılmış olmasına rağmen, bunlar filmin gelişmiş bir sinema hissi yakalamasına yetmiyor. Sis ve Gece, ancak eli yüzü düzgün bir TRT filmi seviyesinde kalıyor.
Bu genel yorumun ardından, takıldığım birkaç detay sorun üzerinden spesifik örnekler vererek devam etmek istiyorum. İlkinde, iki karakterin sohbetini izlediğimiz bir sahneden bahsedeceğim. Sohbetin sonunda yaşlı Rum kadın, polisimize "Ihlamur içer misiniz?" diye sorar. Şimdi, eğer yönetmen bu soruyla birlikte ille de çirkin bir demliğe ayrıntı plan kesmek istiyorsa, en azından bunu soru sorulmadan önce -ortada henüz ıhlamur muhabbeti bile yokken- yapmamalıdır diye düşünüyorum. Fakat söz konusu örnekte yönetmen tam da bunu yapmaktadır.
İkinci örnekte, hastanede uyanan polis karakteri gözlerini açtığında ilk olarak karısını görecektir. Yönetmen, onun gözünden, öznel kamera kullanımıyla görüntünün bulanık halinden nete dönmesiyle karakterin kendine gelişini anlatmak istemiştir. Bu, her zaman kullanılan, basit ve makul bir yöntemdir. Fakat böyle bir şey yapacaksanız, aynı kamera yerinden (varsayılan karakterin gözünden) ve aynı ölçekteki net kadın planını daha önce, adam henüz uyanmamışken kullanmamanız gerekir. Sahnenin kurgulanış mantığında bir hatadır bu.
Son vermek istediğim örnek de, aynı hastane odası sahnesinin devamında. Odadan çıkacak olan kadın, önce diğerlerine dönerek "Bir şey ister misiniz?" diye sorar. Adamlardan biri de (Oktay Kaynarca) "Hayır" anlamına gelen bir nidayla karşılık verir. Bana sorarsanız, hem böyle bir durumu yazmak hem de -madem bir kere yazılmış- sırf bu adamın nidasına plan kesmek sadece vakit kaybıdır. Koca bir romanı filme sığdırmanın zorlukları malumken (Sis ve Gece de bu zorluklardan nasibini şüphesiz almışken), böyle boşuna mizansenler sadece karşımızdakinin iyi bir uyarlama olmadığını belli eder. Çok önemsiz bir detay gibi gözükebilir ama işlevsiz en ufak sahne bile senaryo adına zaaftır.
Fazlalık gördüğüm ve filmde en az iki kez tekrarlayan bir durum da, Uğur Polat'ın araştırması sırasında görüştüğü bazı kişilerin sadede gelmeden önce ona uzun uzun hayat hikayelerini anlatmaları. Bunun basitçe karakterleri tanımamız için yapılmadığını, aslında romanda kendilerine verilmiş olan yerden feragat edilememiş olmasından ve bazı bilgileri vermenin başka -daha sinemasal- yollarının bulunamamasından kaynaklandığını düşünüyorum.
Tabii bir de, sorunların en beteri var: Müzik kullanımı. Müziklerin zaten iyi olmaması bir yana, kimi zaman diyalogları bastıracak denli üste çıkmaları anlaşılır gibi değil. Müzik kullanımında Türk Sineması'nın biraz yol aldığını düşünüyorduk oysa.
Peki bunca olumsuz eleştiriye rağmen, filmi nasıl olur da akıcı bulduğumu sorabilirsiniz. Turgut Yasalar, çoğu zaman risk almayan, düz ama güvenli bir sinema dili kullanmış. Detaylardaki hatalara ve müziklere rağmen, filmin geneli en azından temiz. Rahat izlenebilir olmasında, oyuncuların da büyük payı var tabii. Oktay Kaynarca, Ümit Çırak ve Itır Esen dışında, arada sırıtan kimse yok. Özellikle Tardu Flordun, küçük rolünde şaşırtıcı bir başarı gösteriyor. İlyas Salman'ın sinemaya dönüşü gerçekten bu denli önemli bir olay olarak mı görülmeli, bilemiyorum. Ama belli ki yönetmen de öyle görüyor ve kimi filme hizmet bile etmeyen bir sürü fazla monolog için ona oldukça uzun vakit tanıyor; hatta monologunu neredeyse hiç kesmeden uzun uzun bize izlettiriyor. Yanlış anlaşılmasın, İlyas Salman'ın aslında başarılı performansına değil lafım; ona ayrılan rolün filme hizmet etmeyi aşacak ölçüde fazla olmasına.
Neticede, Sis ve Gece aslında vasat bir yapım ama ne kötü filmler iş yaparken bu kalburüstü film, pekala izlenir ve seyirciyi de memnun edebilir kanısındayım.