Senaryosu, Charles Brandt’ın “I Heard You Paint Houses” (2004) isimli kitabından Steven Zaillian tarafından uyarlanarak yazılan “The Irishman”, yönetmen koltuğunda Martin Scorsese’nin oturduğu bir epik drama…
Prömiyeri, 27 Eylül 2019’da New York Film Festivalinde yapılan ve (Academy ödüllerine aday olabilmenin bir şartı olarak) ABD’deki 1 Kasım 2019 tarihli sınırlı salon gösteriminin ardından 27 Kasım 2019 tarihinde Netflix platformunda yayın akışına dâhil edilerek vizyona sokulan filmin, 8.1/10 (194.601 oy) ve 4.4/5 (1.046 oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 8.8/10 (408 yorum) ve 94/100 (55 yorum) olan Rotten Tomatoes ve “Mutlaka İzlenmeli” etiketine de sahip olan Metacritic yorum ortalamaları, eksiği gediği bulunmayan “sıra dışı” bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…
Ama biz yine de, beş kategoride Golden Globe, onar kategoride de Academy ve BAFTA Ödüllerine aday olan bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun içinde, 159 milyon dolarlık bir bütçe ile kesenin ağzını açmış olan Netflix’in, Hollywood prodüksiyonları standartlarında çekilmesini sağladığı filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, 62 yaşındayken 30 Temmuz 1975 tarihinde ortadan birdenbire “yok olan” Jimmy Hoffa’yı (filmin tamamlandığı 2018’de) 78 yaşındaki Al Pacino’nun, Hoffa’nın en son görüldüğü o gün 55 yaşında olan Frank Sheeran’ı 75 yaşındaki Robert De Niro’nun, yine aynı gün 65 yaşında olan Angelo Bruno’yu da 79 yaşındaki Harvey Keitel’ın canlandırdığı bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Hele, aynı oyuncuların, bu karakterlerin 60’lı yıllardaki gençlik hallerini canlandırdıklarını da göz önünde bulundurursak, her ne kadar “En İyi Makyaj” kategorisinde de araya sıkıştırılmış bir ödül adaylığı dikkatimizi çekmese de, Scorsese’nin bu filmini bir “kozmetik mucizesi” olarak tanımlamanın hiç de yanlış olmayacağını düşünüyoruz…
Tamam, hiç kimse filmografilerinde, “Serpico” (1973), “The Godfather: Part II” (1974), “Dog Day Afternoon” (1975), “Taxi Driver” (1976), “Raging Bull” (1980), “Goodfellas” (1990), “Scent of a Woman” (1992), “Reservoir Dogs” (1992), “Bad Lieutenant” (1992), “Casino” (1995) ve “The Departed” (2006) gibi filmler bulunan Martin Scorsese, Robert De Niro, Al Pacino, Joe Pesci ve Harvey Keitel isimli ustaların sinemadaki yeteneklerini tartışıp sorgulayamaz…
Yahut da, üç saati aşan süresine karşın bu senaryo, dekorlar, kostümler, görsel efektler, müzikler ve kurgu için ağzını açıp konuşamaz…
Ki bizde, haddimizi bilerek bunu yapmaya kalkışmıyoruz zaten…
Ancak sade bir sinemasever olarak, sanki Hollywood’da bunu hakkıyla becerebilecek başka oyuncu kalmamış gibi, özellikle de 45 yaşındaki bir adamı 75 yaşındaki birine canlandırtma işi için “Bu kadar da, olmaz ki” deme hakkımızı da sonuna kadar kullanmak istiyoruz…
Öyle ki, belki biraz yaralayıcı bir espri olacak fakat suratlardaki, “Joker”e bile taş çıkartan ağır makyajları görünce insanın, “Değmeyin yağlı boya var!” diyesi bile geliyor…
Elbette (hani neredeyse bağırarak) “sırıtan” bu makyaj hususu, Amerikan sendikacılık tarihinden ilginç bir kesit de sunan bu filmi izlenilmez de yapmıyor… Emin olun biz, pür dikkat bir biçimde sonuna kadar ilgiyle izledik…
Belki biraz tarzımızın dışında olacak ama tek bir “spoiler vermeden” buraya kadar yazdıklarımızın tamamı, zımnen de olsa ikisini de içerdiği için filme ilişkin hem ilk tespitimiz hem de ilk önerimiz olsun… Artık ayrımı gönlünüze göre siz kendiniz yaparsınız…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 14 Ocak 2020 günü saat 22.07’de yazılarak paylaşılmıştır...