"Güzel arabalar, güçlü erkekler, suskun kadınlar"
Yazar: Murat Tolga ŞenMartin Scorsese'nin yaşayan en iyi sinemacılardan biri olduğunu düşünenlerdenim. 60 yıl boyunca eser üretmiş ve her seferinde kendi standartlarını aşıp sinema dilini güncel tutmayı başarmış biri. Hollywood için de simge bir isim olmasından mütevellit, Netflix için film çekmesi ihanet olarak algılanabilir ancak kendisinin de şikayetçi olduğu üzere süper kahraman filmleri istilasında yapacak bir şey yok!
Filmi, Netflix Türkiye'nin düzenlediği galada izledim. Galalardan çok hazzeden biri değilim ama hangi amaca hizmet ettiği belli olmayan tuhaf sinema yasamız yüzünden The Irishman'e salon gösterimi yapılmayacak. Sinemada izlemek için tek bir şansım vardı ve kullandım. Netflix, filmin şanına yakışacak bir organizasyon tertiplediği için bu sandığımdan daha keyifli bir deneyim oldu.
The Irishman, yönetmenliğini Martin Scorsese'nin gerçekleştirdiği ve senaryosu Steven Zaillian tarafından yazılan biyografik bir suç filmi. Charles Brandt'ın I Heard You Paint Houses adlı kitabından uyarlanan filmin oyuncu kadrosunda Robert De Niro, Al Pacino, Joe Pesci, Anna Paquin, Bobby Cannavale, Harvey Keitel ve Ray Romano yer alıyor. Film, Amerikalıların en merak ettiği iki sorudan bir olan Jimmy Hoffa'nın akıbetini izletiyor (diğeri uzaylıların dünyaya gelip gelmediği) ancak bunu Hoffa üzerinden değil de onun en yakınındaki isimlerden biri olan Frank Sheeran üzerinden yapıyor. Frank Sheeran, tam bir görev adamı ki bunun altı da kirli askerlik anıları üzerinden özellikle çiziliyor. Ona verilen vazifeyi yapıyor, soru sormuyor ve sorgulandığı vakit isim vermiyor. Bir mafya patronu ya da sendika başkanı için ki film bu ikisinin çok farklı olmadığını söylüyor, biçilmiş kaftan. Frank aldığı görevlerdeki başarısı ve bazı bağlantıları ile en sonunda kamyoncular sendikasının başındaki güçlü isim Jimmy Hoffa'nın adamı oluyor. 209 dakika süren film bu andan itibaren Frank Sheeran gözünden bir Jimmy Hoffa hikayesine dönüşüyor.
Martin Scorsese'nin 140 milyon doları nereye harcadığı ortada. Hayatımda hiç bu kadar fazla mekanda geçen bir film izlememiştim. Görüntü yönetmenliği de keza öyle. Scorsese, 209 dakika boyunca mafya filmleri antolojisine saygıda kusur etmiyor. Kendisinden başka sinemacıları da onurlandırmak adına yaptığı bazı sevimlilikler bile var. Restoranda İtalyan mafyasından bahsedildiği sırada Baba filmlerinin temasını andıran müziğin duyulması gibi...
Genç oyuncuları makyajla yaşlandırmak kolay, peki yaşlıları gençleştirmek? 50 yıl boyunca anlatılan bir hikayede bir daha aynı projede toplanamayacak yaşlı başlı oyuncular olunca mecburen dijital hilelere başvuruluyor ancak Gemini Man filminde hayran kaldığım teknik burada sırıtmış. Özellikle yakın çekimlerde yapaylık çok hissediliyor. Oyunculuklardan zaman ilerleyip de CGI suratlara ihtiyaç kalmadığında keyif almaya başladım.Oyunculuklar, tam da beklendiği gibi üst seviye... Robert de Niro odakta ama Al Pacino kadraja girdiği anda ben buradayım diyor. Yine de ikisinden de iyi oynayan biri var, o da Joe Pesci! Özellikle final sekanslarında kendisine hayran bırakan bu oyuncuyu ayakta alkışlamak istedim. Usta oyuncunun bu rolü kabul etmeden önce defalarca kez reddettiğini biliyorum ve bu performansı gördükten sonra onun oynaması için ısar eden Scorsese'ye bir kez daha minnettar kaldım.
Film, bugün Netflix üzerinden yayınlanmaya başladı. Usta sinemacı gösterim için yenilikçi bir yol izlese de anlattıkları, özlediği eski zamanlardan ibaret. Bugünün politik doğruculuğunda oldukça yadırganabilir ve yargılanabilir şeylerden bahsediyor The Irishman, güzel arabaları, güçlü erkekleri ve onları sorgulamayan kadınları gösteriyor ama bunu öyle bir yapıyor ki hayranlıkla izliyorsunuz. İyi seyirler...