Mükemmel Bir Gün
Yazar: Orkan ŞancıKitabın adı ile anlattığı hikaye arasındaki zıtlıkla başlayalım. Yazımızın başlığına da ilham veren o tezat. Hani mükemmel deyip sonra bazı insanlar için hayatlarının en kötü gününü anlatmak.
İnternetteki izleyici yorumlarından birinde filmin uyarlandığı kitap için, "takıntılı ve aşırı kıskanç kocanın karısına hayatı nasıl dar ettiğini yan karakterlerle beraber anlatan, insanı bunaltan, fazlasıyla sıkıcı" deniliyor. Eğer gerçekten öyleyse, Ferzan Özpetek'in bu özellikleri sinemaya başarıyla uyarladığını söyleyebiliriz! Tabii bu bir Özpetek filmi, doğası gereği sübjektif değerlendirmelere fazlasıyla açık. Nedir o filmlerin doğası? İç çekimlerle dolu tiyatral yapı, konuşmaya boğulan sahneler, asıl konuşulması gereken sahnelerde karakterlerin birbirine bitmek bilmeyen uzun bakışları, bir kuralmışcasına eşcinsellik, aşk, sadakat(sizlik), samimiyet..
"Mükemmel Bir Film", Özpetek sinemasının yapıtaşlarından bir kısmına sahip, bir kısmına değil. Eğer "Cahil Periler"de olduğu gibi "klan" tarzı hareket eden karakter içeren, cinselliği daha çok kendi bakış açısından gören bir sinema ise beklediğiniz, Özpetek'in sizi bu kez şaşırtacağına bahse gireriz. Bir roman uyarlaması olmasının da etkisiyle film, Özpetek sinemasının genel çizgisinden bir parça uzakta. Ancak iyilere mi yakın, kötülere mi, ona izleyince siz karar vereceksiniz.
Eğer Roma açık bir şehir ise Ferzan Özpetek, o kentin insanlarını da içine kapanık çizmeyi başarmış. Asıl karaker, dertli anne Emma rolünde Isabella Ferrari, hikayeyi sırtlamış görünüyor. Dolgun dudaklı, tekinsiz bakışlı bu sarışını Özpetek'in önceki filmi "Bir Ömür Yetmez"den anımsayacaksınız. Ferrari tek başına, Özpetek'in "samimiyet", "uzun bakışlar" yapıtaşlarını dolduruyor.
Peki bu film ne anlatıyor? Sadece, "bir aşk evliliği, nasıl böyle bir hayata dönüşür" sorusunun üzerinde dursa, belki de çok daha farklı bir film izleyecektik. Ya da "hayatında hiç uçurtma uçurmayanlar asla büyüyemezler" gibi asıl cümleler, detaylarda kalmasa. Oysa Melania G. Mazzucco'nun kitabı, birden fazla karakterin bir şekilde buluşmasını ısrarla anlatmaya çalıştığından Özpetek buna pek fırsat bulamıyor. Yönetmenin yapmaya çalıştığı şey, yukarıdaki türden sorulara farklı bir yanıt vermekten ziyade, yakından bakıldığında insanların ne tür acılar çekebildiğini, iktidarları (bir kocanın evliliğini kaybetmesi, kurnaz bir politikacının seçilememe korkusu) ellerinden gittiklerinde nasıl aciz duruma düşebildiklerini göstermek. Film bunları sık sık ciddi tempo sorunu yaşamasına rağmen bir ölçüde yapabiliyor.
Yapamadığı şey ise, karakterleri/olayları, seyircinin zevk duyacağı bir biçimde buluşturabilmek. "Parçalı drama anlatımı" ustası A.G. İnarritu'nun sinemasını hatırlayacak olursak, yoldan geçmekte olan bazı garip karakterlerin sonradan karşımıza olur olmaz yerde çıkmasına şaşırmamızın beklenmemesi gerek. Parçalı anlatımın en büyük tehlikesi olan, "parçaları biraraya toplayamama, savrulup gitme" sanki bu Özpetek filminde gerçekleşmiş gibi. Mükemmel Bir Gün'ü izlerken hafıza kırık bir ayna gibi çalışıyor, finalde yapılmaya çalışılan toplamada resmin bütünü değil, sadece bazı siluetler seçilebiliyor.
Yönetmenin kasıtlı bir biçimsel tercihi de var. Herhangi bir günde geçen olaylar, nasıl insanların koca ömürlerinin sadece bir kısmıysa, film de, hikayesinin taşıdığı ağır dramatik yüke rağmen öyle davranıyor. Özpetek, bir olayın 24 saat öncesini anlatmaya başlayan filminin finalini, dairesel anlatıma uyacak şekilde bitirmeyi reddediyor. Burada inisiyatif kullanarak doğru bir zamanlamayla filmi bitirdiğini düşünerek "zaten asıl anlatmak istediklerimi anlattım" diyor. Oysa filmin bittiği nokta, yine aynı film için harika bir başlangıç noktası olabilirdi.
Özpetek'in bu son filmi, yine bol iç mekan kullanımı, bol konuşma (o zaman neden sinema?), bir kuralmışcasına eşcinsellik içermese de bir kuralmışcasına Serra Yılmaz(!) gibi özellikleriyle hem bu sinemanın müdavimlerini hoşnut kılabilir, hem de İtalyan kültürüne aşina olanlara sıkıcı olmayan bir 105 dakika geçirtebilir. Ama sinemada konuşmayı sadece lüzumlu olduğunda duymayı seven, görselliğe önem veren, "sanat estetik olmalı, bunun için de sanatsal beceri gerek" diyenler, bu filmin içine girmekte zorlanacaklar. Zaten içerdiği/ içermediği özellikleriyle Özpetek-sevenleri tatmin edeceği de kuşkulu.