Hesabım
    Bitik Şehir
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Bitik Şehir

    ABD sinemasına göre, adaletin tecellisi kaçınılmaz!

    Yazar: Ali Ulvi Uyanık

    "Bitik Şehir (Broken City)", adını da koyarak, New York gibi dünyanın en önemli merkezi sayılabilecek bir kentin belediye başkanı da olsanız, yıllara ve kurnazlıkların kıvrımlarına yayılan yalanınızın, mutlaka bir gün gerçeğe toslayacağını vurguluyor. Ana akım ABD sineması, seyircilerine bu güvenceyi umutsuzluğun yaygın olduğu yetmişli yıllarda da, daha sonra da daima vermiştir. Aksi, umutsuzluğun yaygınlaşmasını körüklemek olurdu zaten. Ancak, lütfen dikkat, bu ülke sinemasının eleştiremediği, dokunamadığı, hatta acımasızca vuramadığı hiçbir sıfat, makam, kişi ve olay olamaz! İşte tam da bu nedenle, açık bir toplum, güçlü bir ülke ve demokrasi konusunda da ileri düzeyde; çünkü yozlaşmışlıklarını, çürümüşlüklerini, pisliklerini, başkalarından önce kendi sanatçıları ortalığa saçıp üzerine gidiyor (bakınız: Michael Moore) .

    Bu filmden çıkarken birkaç yazar arkadaşımla yaptığımız mütalaada, gösterimi devam etmekte olan "Entrika (Arbitrage)" ve "Bitik Şehir"de değinilen konuların, aslında günümüz Türkiye'si için nasıl da canlı ve geçerli olduğunu konuştuk. Bu filmlerde, evrensel hukuk kurallarının üstünlüğüne yapılan göndermelerin ve güçlü adamların halk yararına görünen işbirliklerinin perde arkasında nasıl büyük oyunların - getirim paylaşımlarının- döndüğüne dair saptamaların, Türkiye'de sinema yapanların üzerine gitmesi gereken meseleler olduğu konusunda hemfikir olduk. Fakat sonra, farklı usullerle korkutulup sindirilmiş ve kısırlaştırılmış sanat ortamını düşünüp, bu hayalimizi sonlandırdık. Şimdilik "Bitik Şehir" gibi filmlerde anlatılanları  "sanki bizlere temas ediyormuş gibi" algılamaya çalışacağız.

    Filmin sloganı şu: "Tek bir delil seni yok edebilir". Bu delili ise, New York Belediye Başkanı Nicholas Hostetler'ın (Russell Crowe), kendisini aldattığından emin olduğu karısı Cathleen'in (Catherine Zeta-Jones) buluştuğu adamın kim olduğunu belgelemesi için tuttuğu özel dedektif Billy Taggart (Mark Wahlberg) buluyor! Yani, bir yargısız infaz yaptığı için istifa ettirilmiş eski polis memuru Billy, belediye başkanlığı seçimlerine sekiz gün kala içine girdiği bu işin içinde başka bir entrika olduğu anlayıp, Hostetler'ı karşısına alarak, onun aleyhine olan delilin peşine düşüyor. Ancak Billy, öldürdüğü genç adamın kefaretini ödememiştir; ipleri de başkanın elindedir!

    Fark edilebileceği üzere, aslında tipik fakat 'güncelleştirilmiş' bir dedektiflik öyküsü ve bu tür her hikâye gibi gerilimini sürprizlerle oluşturuyor. Doğaldır ki, senaryo belli kalıplarla yapılandırılmış. Mesela, siyah beyaz dönemden başlayarak sinemada çok kullanılmış Billy türü başkarakterlerin bazı özellikleri yinelenmiş: Eski bir hesabı kapatamamış dedektifler gibi Billy de beş parasız ve -bildiniz- yanında cevval, zeki, içten içe patronuna âşık, fedakâr bir genç kadın çalışıyor. Klişelerin yanı sıra, sosyal sos olarak da, yaşadıkları mahalleden neredeyse sürülmeleri planı yapılan alt sınıflara dair kısa bir bakış söz konusu. Hostetler ile genç, heyecanlı, deneyimsiz rakibi Jack Valliant (Barry Pepper) arasında cereyan eden stratejik seçim mücadelesi, entrikanın çevresine örülmüş ağı sıkılaştırıyor...

    Sonuç olarak, gerçeğin kapatıldığı yerden ortaya çıkma huyu olduğu için, aynen "Uçuş-Flight"da olduğu gibi "Bitik Şehir" de gerçeğin izini sürüyor; fakat delili bulan Billy'yi de kendi gerçeği yani kefaretiyle karşılaştırarak adaletin gerçekleşmesini sekteye uğratmıyor. Eski kokan, hatta 'biraz bayat' bir film olsa da, oyuncuların karakterlerinden içeriye girip sıkıca giyinmeleri ve bir de Allen Hughes'un (onu kardeşi Albert'la birlikte yönettiği filmlerden tanıdık; Karın deşen Jack öyküsü "Cehennemden Gelen (From Hell)" gibi) kurduğu ritmin teklememesi sayesinde rahat seyrediliyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top