Aleksandra
Yazar: Ayşegül KesirliRus yönetmen Aleksandr Sokurov'un geçtiğimiz yılki Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışan son filmi "Aleksandra"nın yıldızı şüphesiz ki 81 yaşındaki başrol oyuncusu Galina Vishnevskaya. Hayatının en azından elli yılını profesyonel opera kariyerine adamış usta soprano Vishnevskaya, canlandırdığı Aleksandra karakterinde özellikle fiziksel performansı ve diyaloglarına kişilik kazandıran tonlamalarıyla kendisine hayran bırakıyor. Aslına bakarsanız Vishnevskaya'nın takdire şayan performansıyla Aleksandra karakterini filmin gözbebeğine dönüştürmesinin oldukça manidar bir anlamı da var. Nitekim kimi sahnelerde Aleksandra'nın ana-vatan Rusya'nın belirgin bir temsili olduğu sezilmekte. Bu yüzden de huysuz ama bir o kadar da şefkatli Aleksandra'nın filmin odak noktasında yer alması dolaylı yollardan filmin esas yıldızının ana-vatan Rusya olduğunu hissettirmekte ve anlatılan hikaye bir anda oldukça politik bir zemine taşınmakta.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Rusya ve Çeçenistan arasında süregelen ve yüz binlerce insanın ölümüne neden olan savaşa değinen "Aleksandra" birçok kişi tarafından Ruslara karşı fazla şefkatli ve sempatik bir tavır takındığı için eleştiriliyor. Yaşanan savaşta Rusları sütten çıkmış ak kaşık olarak gösterdiği iddia edilen bu sempatik sunumsa çoğunlukla Aleksandra'nın sevecen karakterinin yukarıda bahsettiğimiz gibi ana-vatan Rusya'nın sıkı bir temsiline dönüştürülmesinden kaynaklanıyor. Diğer yandan, Aleksandra'nın hikaye içindeki konumu derinlemesine incelendiğinde Aleksandr Sokurov'un belirli bir milleti sempatik göstermekten ya da taraf tutmaktan çok daha saygın ve insancıl dertleri olduğu fark ediliyor.
Aleksandra, film içinde her şeyden önce bulunduğu ortama dışarıdan bakan bir gözlemci. Zaman zaman torunu eşliğinde gezdiği askeri üsse kayıtsız bakışlar fırlatan, kimi zamansa kampı denetlemeye gelmiş bir müfettiş edasıyla savaş makinelerine göz atan bu yaşlı kadın, aslında bulunduğu ortama ait olmadığı her halinden belli olan bir yabancı. Bir örnek giyimleri ve saç tıraşlarıyla hepsi birbirine benzeyen askerlerle görsel olarak büyük bir zıtlık yarattığına da şüphe yok. Aleksandra'nın yaşından kaynaklanan ağır hareketleri ve zor nefes alışı ise onu yaşlı bir kadın için tehlikeli ve yorucu bir mekan olacağını düşündüğümüz askeri kampta zarar görmeye meyilli bir kurban konumuna yerleştirmekte.
Sokurov'un alacakaranlık çekimleri ve tekinsiz kamera hareketleri Aleksandra'nın karakterine atfedilen bütün bu özelliklerle birleştiğinde yaşlı kadının bulunduğu her sahne pusuda bekleyen görünmez bir tehlikenin varlığıyla tehdit edilir hale geliyor sanki. İlk başta Aleksandra'nın hayatını tehlikeye sokanın askeri üste sürekli var olan düşman tehdidi olduğu zannedilse de Aleksandr Sokurov, ilerleyen dakikalarda bu kanıyı başarıyla ters yüz ediyor. Yaşlı kadını ölüme götürecek tekinsiz bir yer olarak görülen askeri mekan Sokurov'un akıllıca kurgusu ve başarılı karakter çatışmalarıyla tamamen konum değiştirip, Aleksandra'nın kadın kimliği tarafından tehdit edilir hale geliyor.
Aleksandra'nın deyimiyle sadece yıkmayı bilen ancak yeniden üretmekten anlamayan erkek egemenliğinin temsili olan askeri üssün, bir kadının varlığıyla tekinsiz bir alana dönüşmesi aslında tesadüf değil. Askerlerin uyması için koyduğu kuralları hiçe sayan, canı istediği gibi en tehlikeli mekanlarda dolaşan ve 'düşmanla' iletişim kuran Aleksandra, bu tavırlarıyla erkek egemenliğinin içi boş iktidarını sorgulanmaya açık hale getiren bir karakter. Dolayısıyla Aleksandra'nın varlığı 'öldürmeyi bilen ancak yeni bir hayat dünyaya getirmenin yani doğum yapmanın ne demek olduğunu bilmeyen' erkeklerin dünyasını giderek anlamsızlaştıran bir etken.
Böylelikle doğum mucizesini vurgulayan sözleri ve kadın dayanışmasını ön plana çıkaran tavrıyla Aleksandra'nın feminen özelliklerinin, onu ana-vatan Rusya'yı temsil eden politik bir sembolden çok, hiç durmadan üreten ve yeni canlılara hayat veren çok daha evrensel ve ruhani bir simgeyi yani toprak-anayı çağrıştırdığını da belirtmekte fayda var. Filmin ilk yarısında politik bir sembol olduğu hissedilen Aleksandra'nın hikayenin ilerleyen dakikalarında böyle evrensel bir kimliğe bürünmesinin ortaya koyduğu anlam da son derece düşündürücü.
Aleksandr Sokurov, bu yolla tüm savaşların insan ırkının sıradan toprak parçalarına politik anlamlar yüklemesinden doğduğunu vurgulamak istiyor belki de. Yönetmen insanların üzerlerinde yaşadıkları toprağın onları beslediğini, yeni hayatlara can verdiğini ve etnik farklılık gözetmeden herkesi kucakladığını unutup, bu toprağı döşedikleri mayınlarla verimsizleştirdiğini anlatmayı amaçlıyor sadece. Üzerinde yaşadıkları toprağı inandıkları farklı ideolojilerle ve çetrefilli siyasi oyunlarla gerçek işlevinden uzaklaştıran insanların, doğanın temsil ettiği kardeşlik, barış ve sevgi gibi değerleri hiçe saydıklarını dile getiriyor.
Bizler de bu filmi izlerken Aleksandra'ya yüklediğimiz politik mesajlarla, karakterin bünyesinde barındırdığı esas değerleri görmezden geliyoruz aslında. Oysa "Aleksandra," yönetmenin izleyenlere gizli mesajlar ulaştırmaya çalıştığı bir filmden öte, sadece gözle görüneni en sade biçimiyle seyredenlere sunduğu son derece insancıl bir film bana göre. Aleksandr Sokurov'un neredeyse beyazperdede görünen mekanların kokusunu hissettiren canlı görüntülerle ve ustaca anlatımıyla şekillendirdiği bu unutulmaz sinema deneyimini kaçırmamanızı tavsiye ederim.