Sıradan bir hayat sürerken kendini şiddet sarmalı içinde bulan anti-kahramanlara filmlerde sıkça rastlamışızdır. Ancak sinema duygusu Uzakdoğu'ya kaydıkça, böylesine klişe bir çıkış noktası bile çok orijinal bir öyküye dönüşebiliyor.
İşinde gücünde bir taksi sürücüsü şiddete ne ölçüde başvurabilir? Sıradan bir insanın içindeki şiddeti boşaltması, gözünü kırpmadan adam öldürmeye varacak denli bir dönüşüm geçirmesi için ne gerekir? 2008 tarihli Ölümcül Takip (The Chaser (Remake)) ile hatırı sayılır bir başarı elde eden genç yönetmen Hong-jin Na, aynı başrol oyuncularıyla yine bol kanlı, bol kovalamacalı bir filme imza atmış. Taksi sürücüsü Gu-Nam, Kuzey Kore ile Çin arasındaki tampon bölgede yaşıyor. Güney Kore'ye para kazanmaya giden karısından 6 aydır haber alamıyor. Gu-Nam bir gün işsiz kalıyor. Kumar borcunu ödeyemez hale gelince ilk şiddet emarelerini oyun tahtasını arkadaşının kafasında kırarak gösteriyor. Böylelikle yeraltı "lord"u Myun-Ga'nın dikkatini çekiyor. Suç patronu ona tetikçilik görevi veriyor. Bu göreve göre, Güney Kore'de zengin bir adamı öldürmesi gerekiyor. Karşılığında patronu, ona borcunu kapatacak para vaat ediyor. Tabii altı aydır görmediği ve bir ilişki yaşadığından şüphelendiği karısını bulma fırsatı da cabası. Tüm bunları halledip (sarı) deniz yoluyla geri dönebilmesi için verilen süre ise sadece 10 gün.
Film 4 bölümden oluşuyor. Taksi şoförü, Katil, Joseon klanı ve Sarı Deniz. İlk iki bölümde, isimlerinden de anlayacağınız gibi sıradan bir taksi şoförünün zoraki bir tetikçiye, bir katile dönüşmesi anlatılıyor. 157 dakikalık hayli hacimli filmde özellikle ilk bölüme ayrılan süre biraz fazla gelebilir. Yönetmenin kan gövdeyi götürmeden önce başkarakterini biraz yakından tanımamız için bize hayli fazla süre verdiğini söyleyebiliriz. Kanın gövdeyi götürmesi derken, abartmıyoruz. Elinde insan kemikleriyle başka insanları döven adamları kaç filmde görebilirsiniz?
Üçüncü bölümün ismi Joseon ise, adını Kore topraklarında bilinen ilk krallıktan alan, şimdiyse Güney Kore ve Çin'de klanlaşmış olan Kuzey Koreli topluluk manasına geliyor. Gu-Nam bir Kuzey Koreli olarak fazla dikkat çekmeden hem gittiği yeri tanımaya ve hedefini aramaya, hem de kayıp karısının izini bulmaya çalışıyor.
Ancak hedefindeki adamı öldürmek isteyen başkalarının da olduğunu öğrendiğinde Gu-Nam kendisini bir ikilem içinde buluyor. Onu Güney Kore sokaklarında bir süre hazırlık yaparken, plan yapıp bozarken izliyoruz. Hayatının ne kadarını riske edebilirsin? Yönetmenin bu bölümde son derece gerçekçi anlara imza attığını söylememiz lazım. Bu arada, yemek yemeye bu kadar meraklı bir adam bulamazsınız. Gu-Nam'ın iştahı ancak finale doğru çatışmalar ve kovalamacalar artınca kesiliyor.
Senaryodaki değişken yapı da ilgi çekici. Olayın basit bir tetikçilik işinden çıkıp mafyalar arası savaşa dönüşmesi ve Gu-Nam'ın üçüncü bir odak noktası haline gelmesi iyi düşünülmüş. Senaryoya da imza atan yönetmen Hong-Jin Na bir yerde hoş bir numara yapıp kırılım noktalarından birini bizzat suç lordu Myun-Ga'ya söyletiyor. Kim Yun-Seok'un harika bir kötü adam portresi çizdiği Myun-Ga, yemeğini yedikten sonra yatağa geçerken "ne yapıyorum ben" diyor ve bir telefon konuşması yaparak senaryo akışını baştan aşağıya değiştiriyor.
Ölüm Denizi (Hwanghae), tüm özellikleriyle, hele o finaldeki tercihiyle tam bir yazar-yönetmenlik başarısı. Hong-Jin Na, ilk filmiyle yakaladığı başarının rastlantı olmadığını ispatlamakla kalmıyor, o keskin gözüyle çektiği aksiyon sahneleriyle Hollywood'a da göz kırpıyor. Gerçi Güney Kore ve Çin sinemasından ABD'ye transfer olan yeteneklerin aynı ruhu korumaları zor oluyor. Belki de ülke sinemalarının bu değerli yeteneklerini bu kadar değerli yapan, kendi topraklarının ruhuna uygun sanat üretmeleridir.