Sinemaya ciddi anlamda ilgisi olan ve en azından "Melies" ismini veya "Le voyage dans la lune" filmini duymuş olan seyirciler daha da memnun kalacaktır. Her bir noktası, virgülüyle başarılı bir film gelmiş yine Scorsese'den. Kendini bir çırpıda izletiyor. "Gözden düşmüş sinema sanatçısı" altyapısı "Hugo"nun rakiplerinden "The Artist"te de karşılıyor bizleri ancak ikisi de kendine has bir şekilde işliyor bu altyapıyı. Fırınıyla, cafesiyle, Eiffel'iyle, sokakları ve renkleriyle çok çekici bir 1930lar Paris atmosferi. Başarılı Butterfield ve Moretz'in yanına tabii ki usta Kingsley. Cohen de başarılı. Her şey bir kenara bırakın, Melies filmlerinin yapım aşamaları ve sinemanın doğuşunun o özenilesi yılları için dahi izlenebilir "Hugo". Önemli bir tarihi kişilik olan Melies'in büyüsünü kapılıyor ve eğer varsa da filmin bazı kusurlarını fark etmiyorsunuz, ki yok bana göre. Sıcacık, samimi bir hikaye.
Hep sonuna kadar vurucu bir sahnenin olmasını,izleyicinin ağzının açık kalmasını sağlamasını bekliyorsunuz filmden fakat tüm bunlar boşuna.Açıkçası ben puanının niye bu kadar yüksek olduğunu anlayamadım tamam çocuğun verdiği mücadele,filmlerle ilgili tarihi şeyleri anlatması falan ilginç ama oskara aday gösterilecek bir film değil bence kesinlikle ve özellikle ilk yarısı çok durağan geçiyor sürekli tren garında ben sıkıldım ama zevkler tartışmasızdır başkaları da çok beğenebilirler ki beğenenler de olmuş saygı duymak gerekir
İzleyin ve Martin Scorsese'nin neden yaşayan en büyük yönetmen olduğuna bir kez daha kanaat getirin.Kelimelerin kifayetsiz kaldığı,her sahnesine sinema sevgisi sinmiş ve ancak bir sinema aşığının çekebileceği bir başyapıt ''Hugo''.
Beklentilerimin oldukça altında bir filmle karşılaştım. Scorsese eski günlerini mumla aratıyor zaten yıllardan beri (son 10 yılda çektiği filmlerden ''Köstebek'' hariç beğendiğim bir filmine rastlamadım ne yazık ki (''Köstebek'' 'te bir yeniden çevrimdi zaten, o filmin de ne kadar yönetmene ait bir yapım olduğu tartışılır). ''Hugo'' filmine geri dönersek, filmin en büyük sorunu bence zayıf senaryosu ve soğuk, içine girilmesi zor atmosferi, Geçen sene birçok sinema eleştirmeni tarafından yere göğe sığdırılamayan bu filmin bu kadar övülmesinin altında yatan gerçek neden tabii ki Georges Méliès gibi bir üstadı içinde bulundurması. Sinemaya aşık olan bizler böyle şeyleri çok severiz (yani geçmişte unutulan değerli kişilere yapılan ''vefa'' yı. Günümüz popüler sinemasında böyle şeylere rastlanmaz çünkü. Herşey bugüne aittir. Geçmişe ait herşey artık çöptür ve değersizdir. Maalesef ''yeni dünyada'' bu böyle. Popüler olan gereğinden çok çok daha fazla değerli. Geçmiş ise gereğinden çok çok daha fazla değersiz, önemsiz. Bu filmde Scorsese geçmişe hak ettiği değeri vererek sinemaseverlerin, sinema eleştirmenlerinin ve Akademi üyelerinin gözüne girmiş anlaşılan. O yüzdende film en iyi film adayları arasındaydı 2011'de. Bunlar elbette güzel unsurlar ama bir filmi iyi yapmaya yetmiyor. Çocuk karakterlerin inandırıcılıktan uzak oluşu (özellikle Hugo Cabret' in), Ben Kingsley dışında oyunculukların başarısız olması, bir çocuk için fazla ''cool'' hissi veren sinema dili, bir yetişkin için ise fazla naif dokusu. Tüm bunlar filmi beğenmemi engelledi ve açıkcası çok daha iyi bir film bekleyen beni hayal kırıklığına uğrattı. Sinema sanatına olan vefa kısmı hariç ve Georges Méliès' i yeni kuşaklara tanıtması açısından filmi yine de yerin dibine sokamadım. Ama çok daha iyi bir senaryo ile bu film bir klasik olabilirdi.
Temasi suana kadar gördügüm filimler içinden farkli olarak göründü. Gerek senaryosu, gerek müzigi, gerek oyunculugu gerçekten çok güzel. Kesinlikle izlenmesi gereken bir yapim. Iyi seyirler. Zamanin içinde zamani yansitan bir yapim..
Martin Scorsese'den sinemanın büyüsünü buram buram hissetiğimiz, inanılmaz görüntü yönetimiyle büyüleyen, başarılı oyuncu performansları sunan eğlenceli bir seğirlik hugo, ne kadar senaryo zayıf olsada, özellikle ilk bir saati fazlasıyla çocuk filmi gibi ilerlesede, sinemanın ilk yıllarını perdede görmek, filme ilgi duymak için yeterli. 10/7
... hugo; gene yapmış yapacağını martin scorsese biraz iç burkan ama sonu mutlu biten, makinelerin çarklarından akıp saatlerin tik taklarına yansıyan hayallerimiz asa butterfield'in (hugo) gelecek vadeden gözleriyle bize selam çakıyor ve tabi teknik beş dalda oscar'ı kucaklıyor...
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.