Anamorf
Yazar: Oktay Ege Kozak90'larda başlayan modern seri katil polisiye türünün tartışmasız iki baştacı Kuzuların Sessizliği ve Yedi'dir. O noktadan sonra vizyona giren, aynı tür kapkaranlık atmosfere sahip, yaratıcı olduğu kadar mide bulandırıcı cinayetlerle dolu SKP'ler bu iki filmin izinde gidiyor. Neredeyse yirmi yıl sonra bile aynı formülü takip eden türe gelen tek orjinallik, Yedi'nin yönetmeni David Fincher'ın o filmin neredeyse antitezini yaratan, gerçek bir cinayet araştırmasının stilize kan ve gerilim yerine bitmez bürokrasi ve prosedür dolu karmaşasını inceleyen Zodiac oldu.
Son yirmi yılın en ilgi çekici ve yetenekli aktörlerinden Willem Dafoe dopingiyle vizyona giren Anamorf ise, ne yazık ki aynı formülün izinden giderek bir kez daha Kuzuların Sessizliği ve Yedi karışımı bir SKP sunmaya uğraşıyor. Tabii ki bu izlenim filmin otomatikman başarısız olacağı anlamına gelmiyor. Fakat yönetmen Henry Miller'ın en büyük hatası, yaratıcı cinayetlerini olabildiğince ilginç ve artistik tutmaya uğraşırken tutarlı bir senaryo ve karakter gelişimini arka plana atması.
Stan (Willem Dafoe), Eddie Amca adıyla bilinen cinayetleri çözmekle sorumlu bir dedektiftir. Korumaya söz verdiği bir kız Eddie Amca tarafından öldürüldükten sonra içine kapanan ve alkolizme başvuran Stan, aynı zamanda toplumun öldüğüne inandığı katilin halen yaşıyor olduğuna inanmaktadır. Eddie Amca cinayetlerinden yıllar sonra kurbanlarını rönesans teknikleri kullanan resimlere dönüştüren bir katil ortaya çıkar. Polise göre bu katil Eddie Amca'yı kopyalamaktadır. Stan için ise bu cinayetler geçmişin dönüşünü simgeler.
İlk olarak Anamorf'un cinayetlerinin gayet yaratıcı ve etkileyici olduğunu itiraf etmeliyim. Özellikle Eddie Amca cinayetlerini ilginç geçişlerle birbirine bağlayan, Ralph Steadman tarzı grafikler kullanan açılış jeneriği, bu yıl gördüğüm en başarılı örnekler arasında. Kurbanın havada asılı parçalarını belli bir açıdan bakınca bitmez kabuslara münasip bir kuş heykeline dönüşmesi veya başka bir kurbanın kanının boya yerine kullanılması Yedi'deki gibi bir motivasyona sahip olmamasına rağmen en azından görsel olarak orijinal.
Filmin ismi, aynı resim içinde başka bir resim saklayan Rönesans tekniğine referans veriyor. Bu tekniğin filmde katil tarafından kullanılmasını baştan bekliyoruz zaten. Ama finalde önemli bir ipucunu açan teknik, bazı mantık problemleri ve tipik 'son saniyede müdahele' klişesine yol açması yüzünden yeterince etkileyici bir biçimde kullanılamamış. Büyük ihtimalle filmin yaratılışından beri en önemli sürprizi olmasına rağmen son saniyede düşünülmüş aceleci bir havaya sahip.
Daha önce bahsettiğim gibi Miller ve senaryo ortağı Tom Phelan, bütün dikkatlerini cinayetlerin olabildiğince orjinal olmasına odaklandırarak karakter ve hikaye gelişimini bir kenara atıyorlar. Stan'in sorunlu geçmişi kolay bir alkolizm probleminin ortaya atılması haricinde pek detaylı incelenmiyor. Willem Dafoe, her ne kadar katmanlı bir karakter yaratmaya çalışsa da, senaryonun sürekli Stan'in yüzeyinde kalması ve pek derine inememesi yüzünden eforları cevapsız kalıyor.
Karanlıklar Ülkesi filmlerinden tanınan Scott Speedman ise, manik davranışlar sergileyip sürekli küfretmenin Brad Pitt'in Yedi'deki karakterine ayna rolü gördüğüne inandığı oyunculuğuyla ikinci sınıf yardımcı polis klişesinde kilitli kalıyor. Anamorf, videoda veya televizyonda çıktığında göz atılabilecek, baştan sona orijinal olmasa da yer yer ilgi çekici bir SKP. Fakat sinemada zaman harcamaya değer mi? O sorunun cevabı için bu yazı içinde gizlediğim resme bakabilirsiniz.