Hesabım
    Benim Adım Aşk
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Benim Adım Aşk

    Benim Adım Aşk

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Aristokrat bir İtalyan ailesinde, hazırlıkları günler öncesinden başlamış, yemek menüsü ve oturma düzeni aynı özenle belirlenmiş bir aile yemeğindeyiz. Aileyi ve görkemli yaşamını ayakta tutan fabrikayı elleriyle yapan büyükbaba, köşesine çekilmeden önce yerini oğluna ve torununa bırakacağını açıklıyor. Karar büyük, haliyle alkışlar da büyük oluyor. Herkesin aynı ve bir olduğu bir an bu. Evin Rus kökenli gelini Emma da bu çoşkuya katılıyor.

    Ailede her şey yemek sahnesinin özetlediği düzende devam ederken, sistemde beklenmeyen bir hata oluyor. Köklerini geride bırakan ve büyük ailede tam bir İtalyan kadınına dönüşen Emma, oğlunun önce rakibi, sonra yakın arkadaşı olan, alt sınıflardan bir aşçıya aşık oluyor. Adamın yaptığı yemekler kadını adeta baştan çıkarıyor, kadının yıllarca bastırdıkları geri dönüyor ve en sonunda doğanın tam ortasında, bir daha eskisi gibi olmayacakları bir buluşma yaşıyorlar. Bu ilişki tarihi bir binayı andıran aileyi sarsmaya başlıyor.

    70'li yıllarda en güçlü ürünlerini veren 'modern sinemanın' temel meselelerinden biriydi aristokrat aileler. Dışarıya kendini kapatan, adeta bir şirket gibi hareket eden bu aileler, ancak dışardan bir yabancı, bir konuk geldiği zaman otoritesini kaybetmeye başlardı. Pier Paolo Pasolini'nin Teorema filminde uzaktan gelen bir akrabaydı bu. Yıllar sonra yumuşatılmış bir Hollywood versiyonunu da izlediğimiz hikayede, gelen yabancı evin istisnasız tüm bireylerini cinsel açıdan baştan çıkarır ve onların esas kimliklerine dönmelerini sağlar.

    Aile dağılır, fabrika işçilere kalır. Pasolini de diğer pek çok modern sinemacı gibi, yıkılmaz, sarsılmaz bir sınıfın yumuşak karnına, cinsel paradokslarına saldırıyordu. Cinsel özgürlüğün bir silah gibi kullanıldığı yıllar. Benim Adım Aşk'ın çiçekli böcekli sevişme sahnesi bu açıdan bakıldığında, şaşırtıcı ve nostaljik bir etki bırakıyor izleyici üzerinde.

    Benim Adım Aşk'ın genç yönetmeni, modern sinemanın ustalarından pek çok kez izlediğimiz bir hikaye anlatıyor aslında bize. Şirketleşen bir ailenin yasak aşk sınavından geçmesini, sistemin içine bir virüsün girmesini yani. Böyle durumlarda aileler gerekli önlemleri alarak kısa sürede virüsten (yabancı da olabilir, aşk virüsü de) kurtulur ve yoluna devam eder. Ama burada öyle olmuyor, olanlar başka türlü bir trajediyi (ve özgürleşmeyi) tetikliyor.

    Hikayenin tanıdık geldiğinden bahsetmiştik; yönetmenimiz burada yeteneğini daha çok sinema diliyle ortaya koyuyor. Görüntü yönetmeninin dudak ısırtan başarısını da unutmamak lazım tabii, evin içinde bir birey gibi dolaşan ve zaman zaman akıl almaz hamleler yapan kameranın hareketleri çoğu zaman dahice. Kadının ruh halini başarıyla yakalayan manzaraları ve kadının ifade aracına dönüşen, minimalist bestecileri hatırlatan müzikleri de unutmamak gerekiyor.

    Tilda Swinton'ın etkileyici oyunculuğu, ki saç kesimine paralel olarak yaşadığı değişimi incelikle vurgulaması çok müthiş, ve tabii yönetmenin 60'lı yılların reklam ve moda çekimlerine göz kırpan yaratıcı çekimleri Benim Adım Aşk'ı çok özel bir deneyim haline getiriyor. Bir noktaya kadar belki her şeyin tahmin edilebilir olduğunu düşünüyorsunuz; ama ödüllük final sahnesiyle ayaklanmakta olan izleyiciyi bir güzel koltuğuna yapıştırmayı beceriyor film.

    Farklı bir şekilde çekilmiş klasik bir hikaye var karşımızda; dediğimiz gibi baştan sona etkileyici bir deneyim ama yine de stil denemelerinin öyküyü geride planda tutuğu yerler küçük bir eleştiri olarak eklenebilir. Modern sinemanın ustalarına yaklaşan bir deneme olduğu gerçeğini değiştirmiyor tabii; sinemada izlemelisiniz.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top