Hesabım
    Süt
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Süt

    Süt

    Yazar: Ali Ercivan

    Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf Üçlemesi'nin ilk filmi Yumurta, bundan bir yıl önce şu sıralarda hakkında en çok konuşulan filmlerden biriydi. Kendi adıma, fazla sembolizme boğulmadığı ve küçük ama anlamlı bir hikayeyi özenli bir sinema diliyle perdeye aktardığı için beğenmiştim Yumurta'yı. Yeterince nitelikli rakipleri olmadığı için o dönem hemen her ödülü toplamıştı film; sanırım birçoklarının tepkisini esas toplayan da bu olmuştu.

    Geriye doğru giden bu üçlemenin ikinci filminde, Yusuf karakterinin öncesini, gençlik yıllarını izliyoruz. Bir yandan annesine sütçülük ve peynircilik işlerinde yardım eden, diğer yandan da yazdığı şiirleri bastırmaya uğraşan genç Yusuf, yeniyetmelik çağlarına özgü bir isyan ve öfkeye yenik düşmeye meyilli. Yusuf'un hayalperestliği, ondan evin erkeği, reisi olmasını bekleyen annesini huzursuz ediyor.

    Kanımca, Süt'ü Yumurta'dan ayıran başlıca unsur, Kaplanoğlu'nun bu kez sembolizmi ağır dozda kullanması. Aslında, filmin açılışı ve son birkaç dakikası haricinde, taşrada büyüyen ama hep daha fazlasını hayal eden bir gencin dünyasını ölçülü bir şekilde anlatıyor ve Yumurta'dakine benzer bir seyir zevki veriyor Kaplanoğlu. Filmin ritmi ve biçimi de anlattığı hikayeyle pekala örtüşüyor.

    Ancak Süt'ün genelinden zevk alabilmeniz için, riskli açılış sahnesi yüzünden filmden kopmamayı başarmanız gerek biraz da. Bunu başarıp filmin hipnotik sayılabilecek atmosferine kendinizi kaptırabilirseniz, sizi finalde çok daha zor bir engel bekliyor olacak. Kaplanoğlu, bu küçük öyküyü mütevazı bir üslup ve dozunda bir simgesellikle anlatırken, aniden çok ters bir yola sapıyor çünkü.

    Yusuf annesinin bir başka adamla görüştüğünü fark ettikten sonra film yavaş yavaş sarkmaya başlıyor. Hikayenin gidecek pek fazla yeri kalmadığı noktada da yönetmen ağır bir sembolizme sığınarak, o mütevazı filmi içinden çıkılması zor bir bulmacaya dönüştürüyor. Yusuf'un ruh halini anlıyor, hayatının hangi yönde devam edeceğini de zaten önceden biliyoruz. Ancak en azından kendi şahsım adına söyleyebilirim ki, av sahnesini kafamda bir yere oturtmayı başarsam bile, filmin son noktasını anlamıyorum. Kameranın o ışığa neden yaklaştığını, niye uzun uzun orada kaldığını ve sonra geri açıldığını, ben çözemiyorum. Kafa karışıklığımı giderene hemen teşekkürlerimi sunabilirim.

    Ayrıca, zavallı bir istasyon şefinin, sanayileşme sonucu geleneksel üretim yöntemlerinin yok oluşunu temsil edecek bir araç yerine kullanılabileceğini ya da bu adamın annesiyle evlenmesinin Yusuf adına bir mağlubiyete yol açacağını sanmıyorum. Neden madende çalışmaya başlıyor Yusuf?

    Annesinin başka bir adamla evlenmesi fikrini kabul edemeyen taşralı, duygusal ve heyecanlı bir gencin öyküsünün böyle metaforlara boğulmasını yersiz buluyorum. Küçük bir hikayeyi sakince anlatabilmenin tüm dünyada daha çok prim yapacağına da inanıyorum.

    Filmin derdinin en ince ve hatta yürek paralayıcı şekilde perdeye yansıdığı, Yusuf'un şiirle ilgilenen ama madende çalışan bir abisine yiyecek götürdüğü sahneyi gözlerim yaşararak izledikten sonra; bu sanat sineması oyunlarına kızıyorum doğrusu. Bunu işin kolayına kaçmak olarak görüyorum. İşte bu yüzden, yaklaşık 90 dakikasından gayet keyif aldığım bir filmden, daha jenerik akmaya başladığı sırada soğumuş oluyorum.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top