Gran Torino
Yazar: Oktay Ege KozakBu kelimeleri yazdığım sırada Clint Eastwood, 78. yaşının tadını çıkarıyor. Seksenine yaklaşırken bir sene içinde yılın en iyi filmlerinden ikisini yönetmekle kalmayıp aynı zamanda o iki filmin müziklerini de yazan kaç yönetmen tanıyoruz? Bunun da üzerine filmlerden birinde başrolü aldıktan sonra posterinde sadece kendi resmini ve ismini kullanarak milyonları sinemaya çekmeyi başaran kaç adet yetmişlik dede aklımıza geliyor?
Siz düşünün, ben de o sırada Clint Eastwood'un en kişisel filmlerinden biri olmasının yanında yönetmenlik ve oyunculuk kariyerinin en iyi yapımlarından biri olan Gran Torino'dan bahsedeyim. Walt Kowalski (Eastwood), eşi yeni vefat etmiş bir Kore savaşı gazisidir. 50 yıldır yaşadığı Detroit'teki sokağının uzakdoğulular tarafından "işgal edilmesi"nden rahatsız olan, huysuz, ırkçı ve yanlızlığı seven bir kişiliktir Walt. Thao isimli bir Hmong (Güneydoğu Asya'dan gelen bir ırk) genci, vahşi çete başı kuzenini etkilemek için yan komşusu Walt'ın 72 model Ford Gran Torino'sunu çalmaya kalkışınca Walt tarafından yakalanır.
Thao'nun Gran Torino'yu çalmaktaki başarısızlığını cezalandırmak için Thao'ya sert bir ziyarette bulunmaya karar veren çete, Walt ve Walt'un çiftesi tarafından geri tepilir. Aslında Walt'ın amacı Thao'yu kurtarmak değildir, çete üyelerinin çimlerine basmasına sinirlenmiştir.
Günler geçtikçe diğer Hmong aileleri şükranlarını gösterebilmek için Walt'ın verandasına türlü hediyeler bırakır ve Walt'ı evlerine davet ederler. Zaman ilerledikçe bir zamanlar varlığına dayanamadığı "çekik gözlü"lerle kendi ailesinden daha çok ortak yanı olduğunu fark eden Walt, ayrıca Thao ile kendi evlatlarıyla yaratamadığı bir baba-oğul ilişkisi oluşturur. Fakat Thao'yu terörize eden çete bir türlü Thao'nun ve ailesinin peşini bırakmaz. Bu arada Walt'un çeteyi alaşağı edebilmek için kendi planları vardır.
Clint Eastwood, Gran Torino'nun odak noktasını oluşturan Walt Kowalski ile kariyerinin en unutulmaz performanslarından birine imza atıyor. Eastwood'a göre Gran Torino, oyunculuk kariyerinin sonunu temsil ediyor. Eğer bu doğruysa son elli yıla damgasını basmış bir efsane için daha yerinde bir veda düşünemiyorum. Eastwood'un karizması ve etkileyiciği kadar dürüstçe içten ve insansı tarafından da güç alan performansı, başka bir oyuncunun elinde kolayca kaba bir karikatüre, her tarafıyla çirkin ve katlanılmaz bir karaktere dönüşebilirdi.
Sonuçta Walt, utanmadan kaba ve ırkçı bir karakter. Genelde bu tür bir hikaye Hollywood çarklarından geçince ikinci perde sırasında yumuşaması beklenen çirkin ve huysuz ana karakter gerçek hayatta olduğundan daha yumuşak, genel seyircinin ahlaki beklentisini gücendirmekten sakınan bir biçimde ekrana aktarılır. Walt ise deneyimsiz olduğuna inandığı pederi aşağılamaktan çekinmeyen, her fırsatta ailesine arkasını dönen, ağzından çıkan her iki kelimeden birinin "zenci" veya "çekik gözlü" olduğu bir huysuzluk abidesi. Fakat görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek var ki, Eastwood'un Walt'ı bu tür bir kişiliğin en gerçekçi uyarlaması.
Gran Torino hakkında ilk bilgiler sızmaya başladığı dönemlerde filmin yeni bir Kirli Harry bölümü olduğuna dair dedikodular gelmeye başlamıştı. Bu dedikodular çabucak dağıldı haliyle ama Walt'ın içinde Kirli Harry'nin varlığını hissetmemek mümkün değil. Gururla tuttuğu silahını aşağılık suçluların burunlarının ucuna tutarken karizmatik tehditler savuran Walt, kolayca Harry Callahan'ın 78 yaşında versiyonu olabilirdi. Walt'ın çeteyi tepmesinden sonra seyirci olarak haliyle çetenin son dersini aldığı Kirli Harry tarzı şiddetli bir final bekliyoruz. Clint Eastwood, bu beklentilerimizle oynayarak ilk bakışta hayal kırıcı olmasına rağmen Walt'ın geçmişi ele alındığında aslında mükemmel olan bir son sunuyor.
Filmin deneyimsiz Hmong oyuncularının bazen sırıtan performansları üzerine bir kaç negatif eleştiri yazıldı. Bence Eastwood'un deneyimsiz oyuncular kullanması Gran Torino'nun gerçekçiliğini artırıyor. Özellikle Thao'nun (Bee Vang) yaşam dolu ablası Sue'yu canlandıran Ahney Her, müthiş bir keşif.
Oyunculuk günlerinin başında sürekli iki efsanevi yönetmen Sergio Leone ve Don Siegel ile çalışan Eastwood, yönetmenlik kariyerinde Leone'nin her karede yönetmenin varlığını hatırlatan stilize yaklaşımı yerine Siegel'ın yönetmen kimliğini geride bırakarak hikayeyi en basit ve verimli yoldan anlatmayı amaçladığı yöntemini takip etmiştir hep.
Gran Torino da Eastwood'dan beklediğimiz bu yaklaşımın dışına çıkmıyor ve gayet basit olduğu kadar verimli bir yönetim sunuyor. Amerikan bağımsız sinemasının baştacı olan bu tür düşük bütçeli banliyö dramalarını ele alan bazı diğer genç ve deneyimsiz yönetmenlerin her zaman tuzağına düştüğü belgesel stili sallantılı kamera numarasından uzak duruyor Eastwood. Böylece yönetmen her adımda varlığını megafonla beyan etmeyince hikayenin önümüzde oluşması kolaylaşıyor.
Gran Torino, bütün Clint Eastwood hayranlarına şiddetle tavsiye edilir. Yönetim, oyunculuk veya müzisyenlik olsun, Eastwood beş yıldızlı bir yapıma daha imza atıyor Gran Torino ile. Bundan daha azı da beklenemezdi zaten.